hey heylerim geçti, artık daha iyiyim... tabiki sıkıştıracak cendere, elbette ezileceğiz borç yükü altında, kesinlikle dönecek devran, sesimizi içe göme göme çığlığa dönüşeceğiz ve o yağacak ha bire. bu bir döngüdür ve senin mutlu olup olmaman sadece üç beş tane hormonun beyin lopları arasında salınıp salınmamasına bağlıdır. mesaj açık oysa, genetik kodların gereği ve doğduğun ortama göre bir kişilik oluşturdun ve sırtına yüklendiğin hayatın atlas'ısın! sırtından yükünü alabilecek bir herkül kesinlikle yok ve bununla geberip gideceksin. arada güzel bir şeylere rast geldiysen ya da güzeli sen yaratabildiysen ne mutlu sana, uğramadıysa o baht sana, kimsesizler mezarlığında yerin hazır ve senin gibi milyar isimsiz arasında boşluğu doldur ve çek git sessizliğin ortasında, kimsenin umurunda değilsin. kimse kazım koyuncu'nun öldüğünü iddia edemez ya da mahatma gandhi'nin. en azından ben ölmeden evvel yok olamazlar. dur anlatmak istediğim bu değildi. hayatın tek düzeliği ve olağanın dişlisi. yeraltı romanı boşu boşuna yaratılmadı. kelimelerin ve iç sesin hükümranı, o hayatı yaşadı, yaladı, yuttu, içinde boğuldu ve döküldü birer birer. bir şeyler ters gidiyordu sürekli ve o en sonunda tersliğin kendinde olduğu yanılgısına kapıldı. öyle ya, tren bileti satanından tut garsonuna kadar binlerce vasatın içindeydin ve bir kara delik gibi seni eritip, yok edip, aynılaştırmak isteyen bir dünyanın aykırı bir beyne sahip bir bireye nasıl davranacakları hakkında hiçbir fikrin yoktu. gelişine vurdular topa, hayatı algılarının ve geleneklerinin toplamından ibaret saydılar ve sen başka türlü olamayacağın için, varlığını gerçekleştirerek onları anlattın bize. hiçbir şey değişmedi sevgili dostum, yüz yıl da geçse, bin yıl da sürse bu hep böyle olacak. musa denizi asasıyla yarmak yerine firavun'unun alnının ortasına vursaydı belki farklı olurdu ya da hadi olan oldu, deniz harbiden yarıldı, firavun deseydi ki, adam denizi yardı yav, yürüyün geri dönüyoruz, belki daha anlamlı olurdu her şey. hayır, babasız doğan bir çocuk olmalı ve göklerden inen koçlar ve onlar kesilmeli, biçilmeli, kavurma olmalı, ki aç karnımız bayram etsin. hangi öğreti hangi derde çare bulabildi şimdiye kadar? yalnızız dibine kadar ve çaresiz. her şeyden kuşkuluyuz ve her söze karnımız tok. bukowski'nin bir şiiri vardır uzunca, vaaz edenlerden uzak dur, diye diye kendini parçalayan. artık tüm zamanların en büyük şaşırmışı, paçozluğu tanımlarken paçozluğun soytarısı olmuş alev alatlı gibiyiz. söylerken söylediğimiz yalanlıyor bizi, paçalarımızdan kir akarken kötülüğe tanrıların diliyle övgüler yağdırıyoruz ha bire. george orwell lan, tüm zamanların en vicdanlısı ve sen daha onun ismini ağzına alır almaz, ben dedim ki "eğer orwell yaşasaydı senin muktediri öven o ağzına şıçardı..." it izi at izine karıştı diyorlar ya, at it, it at olmuş artık. kendimizi kurtaramayız, bu karanlığın gölgesinde geberip gideceğiz ve gerçek gölgeli bir karanlıktan ibaret bundan böyle. vicdanının sesini dinle falan, vicdanımız kirli zaten lan bizim. ruhumuz kapitalizmin orospusu, vücudumuz köle. aman bre deryalar diye bir trakya türküsü var sonra ve yapıp yapabileceğim en iyi şey şarap içip hepsini geride bırakmak. geronimoooo!

bu arada manga, 1000 parça dehşet güzel bir şey olmuş...
tümünü göster