ruroni kenshin izledim az evvel rangers böğürtlen şarabı eşliğinde. otuz üç mililitre, fiyatı uygun, alkol oranı az, tadı bana göre biraz şekerli gelse de fena değil. yüksek müsaadelerinizle bir evvel ki yazıda bahsettiğim ikinci korkunç muhafazakar erzurumlu düğünü mevzusunu anlatmamayı düşünüyorum. ilkine rahmet okutacak cinsten ikincisinden, önemli ana başlıklar şunlardı aslında; kuran okuma esnasında sunulan etli kavurma yemeği seansı, kel kafalı yaşlı erkeklerden kurulu ilahi grubu, damadın nikah şahidi kaymakam olmuş arkadaşının cumhurun başını gereksiz üç çocuk, beş çocuk aile dizaynına katkı mahiyetinde kendince yalama biçimi, taktığı zevksiz kravat, kara çarşaflılar, bindallı denen kadifeden kıyafet, zavallı gelinle damat ve onlardan daha zavallı biz konuklar, falan filan. of içimi sıkıntı bastı şimdiden, anlatıp ölümsüz kılmak istemiyorum bu mevzuyu. muhafazakarlık denen olgu abartıyla kendine yer açan biz zavallılıktan ibaret. selam merhabaya dönüşüyor, ardından selamün aleyküm, sonra essalamünaleyküm, en nihayetinde geldiği aşama essalamün aleyküm ve berakatühü, hay bin kunduz sonraki aşaması ayetel kürsi herhalde. benim dinle derdim yok, dindar da değilim, din gibi insanları bunca yıldır ehlileştirememiş bir sistemle de işim yok bundan böyle, ancak kendilerini mızraklı ilmihal denilen çukurun içerisinde boğmaları, sürekli batmaları ve herkesi bu çizgiye çekme heveslerini seyrediyorum. biraz sevgi dolu olsalar ya da arada sırada sevişseler dünya çok daha güzel bir yer olacak bence. dünyaya kahredip cenneti özlüyorlar, bu da diğer ilgimi çeken yanları. neyse bu mevzuyu kapatacağım artık. ispanyanın la casa de papel ile dizi evrenine kazandırdığı ikinci güzellik vis a vis'i seyrediyorum bu aralar ben hanımla birlikte. oldum olası hapishane ve boks film ve dizilerini severim. neden bilmiyorum ama beni çekiyorlar kendilerine bir türlü. ya da içimde bir hapishane var ve ben atanamamış bir boksörümdür belki de, kim bilir? on yedi yaşımdan itibaren kimseyle kavga etmedim diğer yandan. ne dayak yedim ne de kimseye vurmadım derken, askerde emrim altındaki erlerden bir kaçına şiddet uyguladığım aklıma geldi şimdi. o zamanlarki ukraynalı sevgilim tatyana'ya anlatmıştım durumu da, bana "çocuk, kadın ve rütben altındaki erin farkı yoktur" dediydi. ne de haklıdır hep! tuhaf içimde hiç pişmanlık yok geriye baktığımda. yine olsa aynısını yapar mıydım, bilmiyorum, ancak gece uykularım kaçmıyor vicdanımı titretip. bir kaç anı kırıntısı var içime çöreklenmiş ve asla kaybolmayan, onlar da bir tuhaf, yıllar geçer geçer, ara ara ortaya çıkıp beni rahatsız eder çeker giderler. sonra belli belirsiz kaybolur ve bir süre sonra bir daha. geçmişe dönüp değiştiremeyeceğimi bilirim, içimi acıttığını ve zaman zaman yaktığını hissederim ama devam etmek gereklidir hep. bu günlerde daha önemli bir olay gözüme çarpıyor ancak. bencillik kuleleri ve fark edilme çabası. o kadar çok ki suratıma suratıma çarpıp duruyor. ben buradayım haykırışıyla geziniyorlar. ne ara bu hale geldiler bilemiyorum, dikkatimi çekiyor sadece. yazı olmayı başaracak kadar olgunlaşırsa dökülürüm bir şekilde. face ve instagramı askıya aldım, epey bir müddet işim olmaz artık. kenshin'in üçüncü filmini seyredeyim artık, anime dizisi de vis a vis bitince nasipse. allah yar ve yardımcınız olsun! şaka la şaka, böyle samimiyetsiz bir cümle olur mu allah aşkına? kullananı görür görmez ardınıza bakmadan kaçın derim ben...
tümünü göster