7

üçüncü biranın belini kırmışım ki kapım çalınıyor. vıcık vıcık mekanik kuş sesinden ibaret kapı zilimin sesine gıcık olduğumdan beri çekip kopardım kablolarını, artık sadece kapı tıkırtısıyla irkiliyorum dışarı kalan dünyayla. birayla tütsülenmiş kafam kendine geliyor anında. kim lan bu gecenin kör vakti? cevap yok, sadece iki tık tık parmakla ahşap kapıya vurma sesi. şimdi kapıyı açsam ve bir kadın karşılasa beni, "merhaba" dese sadece ve o kadın aslı olsa ve ben ne diyeceğimi bilmeden öylece bakıp kalsam gül yüzüne, sonra o'nu içeri buyur etsem, çay demlesem, derdini dinlesem, içimi döksem, yüreğimi açsam, gel vazgeç şu hayatın para pul işlerinden desem, başkalarının ne dediğinin ve düşündüğünün pek de önemi yok desem, ben aslında iyi biriyim, hayatımda kendimden başka kimseye kötülük etmedim mesala desem, kurgusuz ve kuralsızım desem, seninle hep yolculuk sonrası yorgun argın yada kafam bir dünyayken konuşmak zorunda kaldım şimdiye kadar desem, ben aslında göründüğüm kadar hıyar bir adam da değilim desem, yazdıklarımdan daha iyi bir hayatım var ama yazılarımda anlattığım kadar iyi bir adam değilim desem, has .iktir oradan! gerçek sadece bir kapı açımı kadar uzak ve gelen sadece bizim salih. aslı'dan bin kat yeğ, aslı'ya beş çeker pek çok konuda. kadınlar anlamıyorlar erkek arkadaşlarla geçirilen vaktin değerini. gerçek bir erkek dost, asla arkadaşını satmaz, her ne vakit gerekiyorsa o zaman yanındadır, dır dır edip kafa ütülemez, dinlemesi gerekiyorsa dinler, para lazımsa verir, ikaz eder, yol gösterir, anlayışla karşılar, yargılamaz, dayatmaz, kapris yapmaz ve iyi içer. şimdi böyle söyleyince bir tuhaf durdu. sanki kadınlar tüm bunların tersini yapıyormuş gibi oldu, öyle değil. kadın düşmanı olarak anılmak istemem, bazen kantarın topuzunu kaçırıp gereğinden fazla genelleme yapıyorum farkındayım. ama konu bu da değildi dur. evet aslı öldü, bunu her haliyle biliyorum ancak beyin kıvrımlarımın arka sokaklarında hayaleti geziniyor ya onunla derdim var. kadın erkeği seçer ve sonra ağlarını gerip erkeğin onu fark etmesini sağlar. ardından uzun soluklu bir koşu sonrası onun elini tutup onaylar, bu sadece girizgã¢htır. sonsuza kadar böyle süreceğini sanan erkeğin vay haline. ancak olayı sadece kadınlar açısından ele almamak gerekir, ilişkiler artık leblebi tozu niyetine kurulur oldu. vakit çok dar ve skor önemli. lanet olsun, bu çağa tanık olmaktan midem bulanıyor. trabzonlu bir çocuğun yarım aklıyla eline silahı alıp gazeteci hrant dink'i öldürmesini, ardından onu yakalamakla mükellef polislerin kendisiyle hatıra fotoğrafı çektirmelerini, hülya avşar'ın anıra anıra ağlamasını, mustafa altıoklar'ın film çekmesini, fatih ürek'in şarkı söylemesini, şebnem şeffaer adlı mankenin bekã¢ret raporunu, hıncal uluç'un kahkahalarını, yeşim salkım'ın kocalarını, benim zavallı aklım almıyor sayın seyirciler. üstüne krema niyetine marilyn manson verelim abi aç karına iyi gelir. allahtan yanımda salih var. yaşamam için gerçek insanlara ihtiyacım var çünkü. gözyaşları ve dertleri sahte olmayan cinsinden, severken ve nefret ederken harbi davranan adamlar türünden, henüz istanbul'un bozamadığı tiplerden. yanmayan dönmeyen, başı kıçı oynamayan, kelimeleri ağızdan çıkarken dilini kıvırmayan, kimseye yaranma derdi olmayan. biz, orhan pamuk'un istanbul'una sonradan gelmiş ve her daim ona yabancı kalacak çoğunluğuz. istanbul'u sevmiyoruz ve kendisini sivas'a ya da kars'a benzetmeye niyetliyiz. sanki tapulu malları .mına kodumun yeri. istanbul, çorum ya da siirt olmaya özensin. hiç değilse özgür ve insani davranışlar kalıbı ne demek öğrenirdi. yok yok hiç uğraşamam tatlı su liberalisti ızdırapların gölgesiyle. ah ah eskiden beyoğlu'na kravat takılmadan çıkılmazdı komikliğine sırtımız dönük, piyer loti ve mc donald's a kulağımız kapalı, okuduğumuz kadarıyla dillendiriyoruz isimlerini ve ağzımız paslı bize sırıtarak bakan ruhu piç, kılığı piç, dili piç, aksanı piç tayfasına.

dostum hiç olmadığı kadar dertli derin bir mevzuda. yavuklusu seher'in eski erkek arkadaşının mahallede boy göstermesiyle birlikte ilişkisinde sorunlar yaşıyor ve bunu dillendiremiyor, kimseyle paylaşamıyor, her gece alkolle ateşler yakıyor yüreğinde etrafında vahşi kurtların dans ettiği ve tüm bunların ötesinde seher'i köpekler gibi seviyor. az önce müslüm gürses'ten "isyanlardayım" parçasını dinledik birlikte. baba medya maymunu olup lüks konser salonlarında sosyeteye açılmadan evvel bizlere kaset yapardı ve gülhane konserlerinde jilet atarak kutsardık sesini. para satın aldı her şey gibi onuda ve biz eski kasetlerini dinleyerek avunuyoruz şimdi. olsun varsın her yoklukta kendimizi bulalım, varsın akıntıya karşı yüzelim, hayatın çekilmez ve aptalca olduğuna dair kanaatimiz kanatlansın semada ve hiçbir şeye ilgi duymadığımız suçlamasıyla baş başa kalalım. elbette ilgi duymuyoruz, düşünsenize okan bayülgen laboratuar ortamında nane kurusu ve çamaşır suyuyla yeşertilirken ben ergenliğe henüz adım atıyordum ve deniz akkaya yamru yumru olduğunu varsaydığı suratını düzelttirmeyi kafasına koyduğunda estetik cerrahi ile halvet olup daha icat edilmemişti. fındıkoğlu soyadıyla meşhur paragöz doktorlar dönme ameliyatlarında boy gösteriyordu sadece ve insanın hele hele doktor unvanıyla şereflenecek kadar sabretmiş ve akıllı olduğu o zamanlardaki adıyla öss sınavıyla tescillenmiş birinin para için akla gelebilecek her yöntemi insanlık onurunu ayaklar altına alacak şekilde deneyecek kadar özal dönemi kapitalist sistemi içine sindirebileceği, sindirmeyi bırak kalıcı bir hasar olarak ardıllarına bırakacağı fikri aklımıza gelmemişti hiç. masum bir dünyaya inanıyorduk, kötü olan ve başımıza gelen felaketlerin sorumlusu bizlerdik öncelikle. yanlış ama kendiliğinden var olan bir kabullenme neticesinde hıristiyanlar gibi doğuştan günahkã¢r olduğumuza inancımız tamdı. bizleri koruma kollama ve çekip çevirip yönetme arzusuyla yanıp tutuşan başbakanlarımız hem akıllı hem namuslu idi. bizi doğru yola getirmekten ve memleketi müreffeh ülkeler seviyesine çıkartmaktan başka dertleri yoktu. ülke o kadar kötü durumdaydı ki her gelen vaatleri ve büyük kelimeleri ile başımızın tacıydı. biri süper güç usa diğeri bizim gariban memleketimiz olmak üzere çifte vatandaş olmalarından bile medet umduk, oğullarını askeriye gönderirken bile onları korumalarına arka çıktık, sonra oğulları torpilli askerlik yaparken dahi sıkılıp hava değişimi izniyle özbek soyadlı mankenle istanbul gecelerinin tozunu alırken bacımız, anamız, her şeyimiz, aksanlı türkçemiz, yerli demir leydi, sarışın, huysuz ve güzel kadın tansu çiller hanım, şehit cenazelerinde başörtüsünü omzuna atıp nemli gözlerle bayrağa sarılı cenazelere bakarken kendisini televizyonda seyredince içimiz buruldu, ciğerimiz dağlandı, burnumuzun direği sızladı. ama dur! mevzu bu da değildi, topunun dibine kibrit suyu. karşımda oturup sessiz sedasız rakı içen adama ne zaman baksam içim acıyor şimdi ve ona uzanamamanın, elinden tutup düze çıkartamamamın, omzuna yaslanıp ağlayamamanın derdindeyim ben.

bana hiç açılmadı salih. kimseye söylediğini de sanmıyorum ama ancak parçaları yan yana getirdiğimde böyle bir çıkarıma vardım ve sessizlik büyüdükçe aramızda şüphelerimin doğru olduğuna inancım pekişiyor. ilk özlem tekin adlı her şeyi tuhaf bir kızın şarkısına verdiği aşırı tepki ile kıllandırmıştı beni birkaç hafta evvel, ortalık orospu dolu, bunlarda onların şarkısını yapıyor gibi bir son sözle tamamladığı kahve arası muhabbeti hala aklımda. yeterince şerbetli küfürler kullanırız biz kendi aramızda. birbirimize yöneltmeyiz ama, onu dolmuş şoförleri ve liseli bacaksız kızlara bıraktık. salih, seher ile fırtınalı bir aşk yaşıyor iki yıldan beri ve yakın zamanda bir ileri adımı atıp nişanlanacakları haberi dolanıyor eş dost arasında. birkaç kez benim evi mesken tutmuşlukları da vardır. kibar bir ev sahibi olarak onları yalnız bırakıp kadıköy'e sürtmeye gitmişliğim de mevcuttur. gece eve geç döndüğümde tüm çamaşırlarım yıkanmış ve iki haftadır mutfağın bir köşesinde dinlenmeye bırakılmış bulaşıklarımın temizlenmiş olduğunu görmek de bir nevi müstakbel yengemizden teşekkür mektubudur. geçenlerde salih'in annesiyle konuştuğu ve onu ikna ettiği de kulağımıza çalındı ama her ne olduysa bir ay önce salih tutukluk yapmaya başladı. şimdi rakıya metres muamelesi çeken bu sert ama mülayim adam gitti yerine hırçın ve öfkeli bir varoş delikanlısı geldi. erkeklerin hayatının doğal ritmini bozan pek çok şeyin kadınlar sayesinde olduğunu kendi yaşantım vasıtasıyla aslı marifetiyle öğrenmişim ama tekstil işinde çalışan, sokağa çıktığında türban takıp yürürken önüne bakan sakin ve sevimli ve hatta sümsük seher ile bağlantısını kuramamıştım ilk önce. sonra zırt pırt kavga etmeye başladılar, salih'i alkol sofralarında daha sık görmeye başladık zamanla ve şimdi de karşılıklı oturup susuyoruz birlikte!

birayla yüklendiğim için salih'e gerekli şekilde iştirak edemiyorum ama nihayet ağzından birkaç kelime kopartabiliyorum. böylesi durumlarda ağırdan almayı bilmek ve sabırlı olmak gerek. "içim acıyor abi" diyor gözlerini dikerek ve "ne oldu?" sorusunu soruyorum nihayet. radyo da müzeyyen senar hanımefendiden "kimseye etmem şikã¢yet, ağlarım ben halime" çalmaya başlıyor o sıra. bak çok dramatik oldu bu sahne şimdi, e tarkan'dan "oynama şıkıdım şıkıdım" çalacak değil ya kardeşim, öperim gözlerinden sesini çıkarma emi. susup şarkıya gömülüyoruz anında. balıkçı rüstem amcanın "iyi dinle evlat, kaybedenlerin türküsüdür" dediğini hatırlıyorum bir yerlerden. içkiden daha tesirli olduğunu hissediyoruz ikimizde ve şarkı bitene kadar sesimizi çıkarmıyoruz. "sen bilmezsin usta eskiden kerim diye bir piç dolanırdı buralarda, geçenlerde dönmüş mahalleye, salih artıklarla dolanıyormuş öyle mi?" gibisinden laflar etmiş." . susuyor, önüne bakıyor. mevzu .oktan, eski sevgilisine artık diyecek kadar şirazeden çıkmış bir dallama, pişmiş aşa su katıyor kendi meşrebince, de gel de içme. iki okkalı rakı bardağı hazırlıyorum, suyla yumuşatıp servise koyuyorum sonra, bir tuhaf irkilme sonrası bura bura gidiyor içeri meret. basıyorum küfrü karanlığın ortasına. ulan kavanoz dipli dünya senin de sonun yok mu? kötülük her yerde, genellikle de bizlerin burnunun dibinde. ağzı ve beyni şehrin kanalizasyon kanallarına benzeyen yüzlercesiyle birlikte yaşamak zorundayız ve yorulduk üzerimize pislik sıçratılmasından. gün aşırı arınmak ve temizlenmek için uğraşıyoruz, her gün yeniden kirletiliyoruz. salih'e kalsa parça pinçik edecek kerim'i, hatta üç beş gündür izini sürüyormuş ama allahtan bulamamış hiçbir yerde. seher'e patlamış bir ara sebepsiz yere, boşu boşuna ağlatmış kızcağızı.

her şey geçer toz ve kül kalır geriye. kan, ter ve gözyaşı ile doğup, sabırla günübirlik yaşamak mecburiyetindeyiz. arada kalmışlık, aidiyetsizlik, biat ile itaat köprüsünde kılıçtan keskin, kıldan ince zorlu viraj ve varoşta var olmanın kaçınılmaz can sıkıntısı. kimse bize dikensiz çay bahçesi vaat etmemişti zaten, artık talep de etmiyoruz, ilişilmesin yeterli. hayatlarımızla destanlar yazmayacağız ve tarihin süprüntü sayfalarında dahi anılmayacak adımız, süslü kelimelerimiz ve küçücük dünyalarımız var ve onu idame ettirmenin telaşındayız ez cümle. öğretilerden ve kurtarıcılardan yorulduk artık kendi dünyamızın soytarısı olarak devam etmek istiyoruz, din ve ahlak bilgisi dersinden zayıf not alıyoruz, beden eğitimi halı saha futbol maçlarından ibaret, fizik, kimya zaten ölü doğmuş yabancılık, matematik kahvehanede çay parası hesabı ve edebiyat ağdalı geçmiş zaman ülkesi. ortalamanın altında, yeraltının izlerini sürüyoruz ve bıraktık ipin ucunu. karşımda rakıdan medet uman adam ve ben, yarın hiçbir şeyin değişmeyeceğini bile bile bir gece de olsa rahat uyumak için dionysos'un evine sığındık ve bulabildiğimiz tek yasal intihar türüyle kendimizi öldürüyoruz ufak ufak.
tümünü göster