6

otuz yaşına geldim ve hala alkolle kendimi avutup yorgana sarılarak uyuyorum. herhangi bir devlet dairesinde her ne kademeden olursa olsun bir işe girme umudum okulun ertesinde girdiğim sınavlar neticesinde suya düştü. ticaret yapmak adına ne deneyime ne de yeterli sermayeye sahiptim. onurlu ve legal yoldan yok olmak adına askere gönüllü komando yazıldım ancak allah çekilecek çilen var daha diyerek güneydoğu'dan beni sağ salim evime gönderdi. elime geçen üç beş kuruşu da elektronik eşyaya harcadım, sudan çıkmış balık misali döndüm babamın köyüne. önceleri her şey yolunda gitti. yine iş sınavları cenderesinde ankara'ya ve istanbul'a gelip gittim. bir baltaya sap olamamış hımbıl veletler cennetinde dostlarımla pişpirik oynayıp onların evlenmelerine, çocuk sahibi olmalarına, erkek çocuklarını sünnet ettirmelerine tanık olarak gezinip durdum etrafta.

babam onurlu adam, ne laf konduruyor ne de kendisi çekip beni, bir laf söylüyor o zamanlar. ancak yemek yerken kaşığı tutuşu bile beni aşağılıyor sanki. akşam oluyor eve geç geliyorum, odama çekiliyorum, yatağımın başucunda açılmamış paketiyle sigara duruyor, herkes yatmış. açıktan kimse bana para uzatmıyor ama sabah kalkıyorum yastığın kenarında on lira. bu beni derinden sarsıyor fakat elden gelen hiçbir şey yok. parayı alıp kahvehaneye gidiyorum, gazetelerin iş ilanı eklerine bakıp yüzlerce yere başvuru yapıyorum ve cep telefonumun çalıp beni o mutlu haberle buluşturmasını umut ediyorum. ara sıra çağırıyorlar beni ve her gittiğimde sınava tabi tutularak geri dönüyorum memlekete. ekstradan yüz eli, iki yüz liraya patlıyor bu bana. finansörüm her seferinde umutlanıyor ve "hayırlısı" diyerek avutuyor kendini. ezilerek küçülüyorum git gide ve kafka'nın böceğe dönüşen insanlarıyla dostoyevski'nin yeraltında yaşayanlarına dönüşüyorum zamanla.

birde asrın oyuncağı bilgisayar alıp, yalnızlık iksiri internet bağlatıyorum odama. artık içerde daha çok vakit geçiriyor, gece geç yatıp öğlen ikilerde güne başlıyorum. yanıma kimse yanaşamıyor, televizyon ve internetle besleniyorum. ilme hizmet etmesi gerektiği düşünülen tüm çağların en büyük buluşu internet ve onların sayesinde bulaştığım bilgisayar oyunları epey vaktimi alıyor önceleri. her seferinde kendi gerçeğimden uzaklaştırıp kendi kurduğu yapay ortamda ben yorulup sızana kadar beni oyalıyor. derken arama motoru diye tabir olunan internet sitesine bir gece 'seks' yazmak gafletinde bulunuyorum ki al sana sefahatten beyni sulanmış dört başı mamur babil kulesi. milyarlarca site, her birinde yüzlerce resim, video, animasyon film, pornografik yazı. yok yok anasını satayım. istedikleri tek şey kredi kartının numarası vererek üye olup para yatırmak veya çok popüler bir site olup, kenarına köşesine aldıkları şirket reklamı gelirlerini artırmak. bu uğurda yapılmadık rezalet, atılmadık takla, başvurulmadık yöntem kalmamış. her biri bir başka siteye link atıyor ve tüm gece dolaşarak hiçbir yere varamıyorsun. milyarlarca çıplak kadın resmi, her türden pornografik görüntü ve hepsi benim odamda ekranın içerisinde, gel de uyu anasını satayım. zaten hayatım kaymış, dibe düşerken kimseye zarar vermeden onu çirkinleştirmekte beis yok.

chat siteleri de ayrı bir alem, dünyanın her yerinden birileriyle yazışmak mümkün. bir tanesini asla unutamam. sanırım mirc adıyla meşhur, o zamanlar oldukça yaygın kullanılan sohbet programındaydı. ingilizce biliyoruz ayağına yabancı kanallara takılıyorum, derken 'cyber' namıyla bir sohbet odasına denk geliyorum. sağa sola 'hi' yazıp atıyorsun karşında ki 'asl?' yazıyor. bu age, seks, lokasyon nedir anlamında bir soru. yaşını, cinsiyetini ve bulunduğun yeri yazarak kabul görmesini bekliyorsun, cevap gelirse sohbet biri ayrılana kadar devam ediyor. kanada'dan bir kadınla yazışmaya başlıyoruz, benden yaşça büyük ve yazılım mühendisiymiş, takma adı carina. ama her şeyin yalan olma ihtimali mevcut, ben belki de orta avrupa'da kel saçlı, bira göbekli cinsiyet kavramı karışık erkek bir maden işçisiyle konuşuyorum ancak böylesi bir yalanı sadece onun yazdıklarından anlamam gerekiyor. bir kanadalı ile türk bizim saat dilimine göre gecenin saat üçünde ne konuşursa onu konuşuyoruz ve bir ara carina sohbeti 'sana bir şey sormak istiyorum?' diye bölüyor. sor diyorum ve bana 'şu anda sağ elimin parmakları nerede? tahmin edebilir misin?' diyor. hay bin kunduz! 'nerede?' diye soruyorum hafiften kıllanarak. 'bacaklarımın arasında' diyerek çığlık atıyor ardından. bir yazı insanı ne kadar etkileyebilir? o sırada klavyenin başında bir kadının olduğunu ve tuşa dokunurken şehvetli kelimelerle seni azdırmak istediğini düşünürsen etkiliyor birader. 'peki, neler yapıyorsun onlarla?' diye sorunca kıyamet kopuyor tabii. mirc basit bir chat programı ve 'cyber' kanallar bu işe hizmet ediyorlar, bunu öğreniyorsun ilk. ardından sistem gün geçtikçe kendini yeniliyor ve her ne hikmetse, 'eğer bir olgu iyi ya da kötü sonuçlar doğurmak üzere kurgulanmışsa, yirmi birinci yüzyıl itibariyle netice mutlak suretle kötüye eğrilme biçiminde gerçekleşecektir' alev alatlı orijinli beynelmilel prensip gereği işleyişine devam ediyor. görüntülü ve sesli iletişim kurmak mümkün oluyor sonraları ve diyelim ki finlandiyalı bir çift yatak odalarını canlı yayınla tüm dünyaya açıyorlar. bu da bir müddet oyalıyor insanı ve sonunda akla, fenne ve insanlığa hizmet etme yüce amacıyla var olan internet, bu erek hariç her yolda kullanılıyor ve modern insan kendi gerçeğinden kaçışı artık bu yolla gerçekleştiriyor. esrar üretiminden ev yapımı bombaya milyonlarca var oluşu gereği insan doğasına zararlı eğilim bir tuş basımı kadar uzakken, neşet ertaş'ın mükemmel türkü sözlerine ulaşmak ta aynı pencerenin arkasında. sorun sadece nasıl kullanılacağına karar vermekte yatıyor. kafan karışıksa biraz karıştırıyorsun o kadar!

abilerim ablalarım aşk, dostluk ve muhabbet dileniyoruz klavyenin tuşlarından. herkes gibi kusurlu ve herkes kadar çaresiziz. tuz çölüne paraşütle atlamış bir solucandan farkımız yok. sağcıyız ama ahmet kaya dinliyoruz, kolumuz kanadımız kırık, hayallerimiz sakat, rüyalarımız sakıncalı. üzerimize üzerimize geliyor değersizlik sendromu ve bunun tek sorumlusu biziz. arkamız yok, sırtımız açık, karnımız aç ve kaybedecek zincirlerimiz bile yok. sevdiğimiz kızlar parasız, işsiz güçsüz ve aylak diye bizlerle evlenmiyor ve babalarından biraz daha az kel fizik öğretmenleriyle baş göz oluyor. parasız adam gereksiz adam, itten köpekten tekme yiyoruz gün boyu. iş başvurularının sözlü seçmelerinde ayrıksı ve işe yaramaz olduğumuza karar veriyor insan kaynakları uzmanı kadınlar kısmı. 'göründüğüm kadar doğulu, aptal ve kaba değilim ben' diye haykırasımız geliyor göğsümüzü yırta yırta. oysa sesimizin perdesi düşüyor git gide ve çığlıklarımızı içimizin karanlığına gömerek yaşamaya devam ediyoruz sonra. hayatımız diğerlerine öykünmekten başka bir şey değil ve kendimizden intikam alıyoruz sık sık. içerimizde hayatını iyi kötü bir işle düzene koyup ardından evlenip çoluk çocuğa karışanlar da çıkmıyor değil ama onlarda geçim derdi mutsuzluk kervanında umutsuzluk geleceğine yelken açıyorlar. oğuz atay abimiz yıllar evvelinden durumu özetledi ve ezcümle yenildik biz. artık yardım istemiyoruz, ihsan istemiyoruz, kurtarılmak istemiyoruz. bizden geçti artık, şımarık, arsız ve dik başlıyız. kahvehane köşelerinin en saygın yerleri bize ait, laf olsun torba dolsun yaşantımız, çelik çomak sonrası, okey, elli bir, çanak masalarında her konuda ahkã¢m keserek, atıp tutarak, karadeniz'de peynir gemisi yüzdürerek geçiyor ve artık fark etmiyor bizim için, bir eksik ya da bir fazla, iyi ya da kötü hepsi aynı.

babam baktı mevcudiyetinin yegã¢ne devamı gözünün önünde telef oluyor, okul döneminde barındığım evinden kiracıyı çıkartıp beni istanbul'a yolladı. zaten doğru dürüst kira aldığı da yoktu epeydir. üç beş eşyayla geldik yedi tepeliye ve miladımız oldu o gün. istanbul'da öyle bir umut var geri kalan yerlerde zılgıtı yiyenler için. burada her ne hal üzerinde olursan ol haline şükredecek insan manzarasıyla karşılaşma olasılığın vardır bu bir. ikincisi, meret insana her şeye yeniden başlayabileceği hissini yaşatır gün aşırı. mahalle okul yıllarından aşina zaten, sadece belediye artık buralarda birilerinin yaşadığına kanaat getirip elinden geldiği kadarıyla, daha doğrusu her nasılsa işgal edilmeyip yol olarak kullanılmaya karar verilen açıklık alanlara asfalt döşeyip kenarlarına kaldırım döşetmiş. ormanlarıyla meşhurmuş buralar yıllar önce, şimdilerde erdal acar ve babası istanbul gece ã¢leminden boşta kalan zamanlarını buraya villa dikmekle geçiriyor. sabah kalkıyorsun karşı dağda bir hareketlenme baş göstermiş. iş makineleri, kule vinçler, hazır beton kamyonları vızır vızır işliyor. bitime yakın yol bağlanıyor bilmem ne konakları ya da zıpçıktıkent adı verilen konutlara. beş yüz metre berisinde koyun bile otlatamıyorsunuz, güvenlik elamanları, kameralar, alman kurt köpekleriyle korunuyor ve eşek yüküyle aidat ödüyorlar mülk sahipleri lüks konutlarına. daha düne kadar çayır çimen, çam kozalağı, yabani armut, meşe palamutu canım orman milyon dolarlık ultra modern sığınaklara dönüşünce ona manzara teşkil eden karşı kıyının sakinlerinden, bizim şark kurnazı kızı kenar mahalle dilberleri artık adres tarif ederken, mesala hıyarkent'in karşısında oturuyoruz diye lafa başlıyorlar, kat ve dükkã¢n maliki zevat kiraya fahiş zam yapıp, ev fiyatları iki üç kat değerleniyor ve istanbul'un egzoz gazı mağduru ciğerleri tüberküloza yakalanmış, bronşlarında benek benek lekeler var kimsenin umurunda değil. küresel ısınıp kitlesel zehirleniyoruz anasını satayım ve erdal acar her daim iş başında. karısı dahil tüm türkiye artık saymaktan vazgeçti kaç mankeni götürdüğünü. çükü altınla mı kaplı, doğarken şerbetlenmiş midir, nedir bu işin sırrı? bir fahişe ile iş tutmadan evvel bize on lira indirim yaptı diye .ötümüz tavana vurup erkeklik damarımız kabarırken, herifçioğlu her akşam manken adı altında farklı orospuyu cipine atıyor ve biz bunu sadece "adam da para eşek yüküyle aslanım" diye açıklayabiliyoruz. bir derdim de bu benim, gereksiz pek çok şey içime içime akıyor ve gömülüyorum bunlarla kendi mezarıma. neyse işte 'amman amman vehbim öyle de böyle de olur mu? ah ben ölürsem dünya da sana kalır mı?' türküsünü çağırma vakti şimdi, sokmuşum istanbul gece alemine.
tümünü göster