biliyorum, hissediyorum, tanıyorum, ne zaman geldiği hakkında tecrübelere sahibim, ancak neden var ve ne zaman son bulur hiçbir fikrim yok. belirtiler mevcut, büyüdüğünü hissedersin içinde, toplumsal yaşama kuralları gereği diğerleriyle paylaşımlarını sürdürürsün ve yavaş yavaş ele geçirir içini. safi kötülük değildir, boşluk değildir, karamsarlık veya delilik değildir. hepsiyle tanışıklığım ve yeterince bağışıklığım var şükür. bu tanımsız karartı belki hepsinden bana kalan miras ya da artık yeni yol arkadaşım ben ölene kadar. herkes kadar yaşamın içerisindesindir, ne eksik ne fazla ilişkiler kuşatmasında kendine kurduğun özel alanda rutini sürdürme derdindesindir. ve yağar sürekli üzerine üzerine. içimizde çocuk mocuk yok bizim, olsa olsa artık kimsenin tercih etmediği yaşlı bir orospu ruhumuz. ertelenmediğini öğrendim, şimdi yapılmayanın hiç gerçekleşmemesiyle sonlandığını biliyorum. ve şimdi son anları, geriye hiçbir şey bırakmadan geçip gidecek ve ben daha ne olduğunu anlamadan üç vakte kadar, bu üç saat, üç, gün, üç yıl olur hiç fark etmez yeniden gelecek. sagopa kajmer "sorun var" günün şarkısı. iki gün kadar önce on bir ayın sultanı ramazan'ın son zamanları, sultanı sallamadan geçirdiğim günlerden birinin akşamında mutfakta sigara içiyorum ve yeni yaşam şartlarımın getirisi hep birilerinin yanımda olması olayı her nasılsa sekteye uğramış o saat nedense. normalde büyük oğlanın odasında yeni aldığı ekran kartının anasını ağlatması gerekiyordur, hatun bir şeylerle meşgul değilse eğer kafamı ütülüyordur ve ufak olanı yanımda yöremde dolaşıp kendi dünyasına dahil etmeye uğraşıyordur beni. o akşam hiçbiri evde yok ve televizyon açık kalmış bir şekilde. (şekil dedim de aklıma geldi. semih gümüş diye bir yaşlı abimiz var kurs murs düzenliyor, dergi falan çıkartıyor eleştirmen kontenjanından, bu şekil kelimesine ayar oluyordu bu abimiz.) neyse sigara tüttürüyorum mutfakta ve televizyonun sesi kulaklarımı tırmalıyor durmadan. nasıl bir gerilim varsa artık ortada, ses titreşimi olmuş yağıyor kulağımdan beynime o derece. aradaki mesafe köşe dönüşü de hesaba katarsak altı ila sekiz metre kadar. birden farklı kadın var ve sürekli bağırarak konuşuyorlar birbirleriyle, ama nasıl bir ses anlatamam. benim beynim çağrışımlar tanrısıdır ben bildim bileli. en olmadık şeyi en tuhaf biçimde birbirine bağlamakta hiç sıkıntı çekmez. şimdiye kadar sanırım onda biri kadarını ancak yazıya geçebildim, ilerde bir gün emekli ne olursam toparlayacağım bir kısmını daha. bu sesler ancak cinsel açlık yani sokak tabiriyle abazalık gerginliği neticesinde ortaya çıkabilir. vay arkadaş nereden biliyorsun deme işte, ben de bilmiyorum. böyle bir gerginlik var on da anlaşalım bir kere. farklı dışa vurumları da mevcut ama sese yansıyan türüne aşinayım. edemedim odaya gittim, çünkü mevzuları neyse hiç bitmiyor anasını satayım. ufak tefek cinayetler'miş adı. kızlar da aslında tip olarak fena değiller de, la ne ettiğiniz de bunları otomatik portakal'ın zombilerine dönüştürdünüz dizi çekerken. konu ne inanın bilmiyorum, ara ara cümleleri tek tük yakalasam da bir türlü bütünlük sağlayamıyorum ama o gergin yüz hatları, dudak kıvrımları, zorlanarak belertilmiş gözler, alın kırışıklıkları, kaş oynatmalar derken aman sabahlar olmasın korku tüneli gibi bir şey ve dört taneler bir salonda yüz yüze birbirlerine bağırıp duruyorlar. içimden sense8'in sun'ı misali ekrana bir yumruk atmak geçiyor ama wachowski'nin dizi setinde değiliz, burada her hareketin maddi bir karşılığı olabiliyor. kapadım tabii artık daha fazla dayanamayarak. ben film ve dizi manyağıyım. ama bu başka bir şey arkadaş. sorun şu ki, gerçekle bağları tamamen kopmuş bizimkilerin. bir tür garip ilişki bağlamı kurmuşlar ve kendi evrenlerinde mutlu mesut dizi çekip duruyorlar ancak anlattıkları hiçbir şey yok! olaylara takılıp kalmışlar ve kuralına göre oynayıp para kazanma derdinler elbette ama hep bir şeyler eksik yerli yapımlarda. bir ara el atarım bu konuya yeniden.

geçecek, geçiyor, geçti...

"sorun var", iyi bayramlar!
tümünü göster