"selamünaleyküm, hayırlı işler!" recep abi yan koltuğu boşalttırıyor hemen. "abicim sizi şöyle alalım biraz, hatırlı misafirim var" diyerek, zaten böyle bir surat kime ne derse muhatabına itaat etmek düşer sadece. dolmuşçu tayfasının kavga dövüş işlerinde dayanışma içerisinde olup ã¢leme nam salmaları da başka bir şehir efsanesi. bırakalım sosyete zevatının kimin eli kimin .ötünde muhabbetini şenay düdek gibi ucubeler üzerine vazife bilsin, bizim payımıza da kendi safımızın kahramanları düştü hemşire. şenay düdek hiçbir dolmuşa bindiğinde şoför koltuğunun yanında ki koltuğa oturup sigara içemez, ya da direksiyonda ki arkadaşına yardım ayağına müşteriden para toplayıp hesap üstü veremez, yolun sağını kollayıp el eden potansiyel müşterileri şoföre bildirmez, ben de mermerci'nin kızlarına yüz metreden fazla yaklaşamam, realite bu. recep abi ülkücü olduğunu iddia eder, cep telefonu melodisi "ölürüm türkiye'm" türküsüdür, ekranında üç hilal ile dolunaya başını dikip uluyan bozkurt amblemi vardır ama en çok sevdiği türküde selda bağcan'dan aşık mahsuni şerif'in ‘yuh yuh' türküsüdür. saz çalar kıyısından köşesinden ve ne zaman neşet ertaş'tan "kaşların karasına" yı dinlese o sıra takıldığı kadını arar. "türkü dinledim de aklıma geldin sevdiğim" diyerek. her seferinde aynen böyle olur. "recep abi hepsinin mi kaşları kara yahu?" dersem de "he valla öyle yeğenim" diye geçiştirir, bazen gösteriş niyetine hatunu ön koltuğa oturtup, işi paydos edip mahallede dolmuşla gezindiği de olur. takılırlar ertesinde "anneanneni gezdiriyormuşsun dün akşam" diye, hayatta lafın altında kalmaz, küfrü yapıştırır anında. "çok istiyorsan senin ebeni de gezdireyim" karabiber soslu mısır patlağı, satre'nin bulantısı, alaattin'nin lambası, tansu çiller'in çiftliği. bu ã¢lemde gözün açık sırtın pek olacak, diline hükmedeceksin. istediğini söyleyen istemediğini duyar ne de olsa. dolmuşçu tayfası şoför ve mal sahiplerinden oluşur. hatlı minibüsün plakasıyla birlikte değeri yüz tane asgari ücretli işçinin yıllık kazançları toplamından biraz fazladır. şoför benzini tamamlar, patronun parasını çıkartır, geriye ne kalırsa yevmiyesini cebine kor. kırk lira ve üzeri günü kurtarmaya yeter de artar bile. günde iki paket sigara, sabah çorba, akşam ızgara, kã¢hya parası, çay molası derken para kuşa döner ama günde bir kerede olsa saatini yakalayıp aynı seferde arabayı birkaç kez doldur boşalt yaparsa yeterlidir günü kurtarmaya. dolmuşçu esnafının sahte paradan kaçak silaha pek çok karanlık işe bulaştığı söylentisi yaygınsa da sayıları azdır ancak küfür etmeyenine henüz rastlamadım ben. en çok da kendi aralarında döner küfür muhabbeti. gruplaşma vardır aralarında ve hat uzun, dolmuş sayısı fazladır güzergã¢hta. martıların ekmek kavgasına benzer direksiyon başında para kazanmak. son dönemlerde polis de musallat olmuştur harem-gebze hattına, ayakta yolcu taşımaktan basarlar cezayı köprü altlarında. kırk dokuz yeni türk lirası ve on ceza puanı. işbilir maliye bakanımızın yeni taktiklerinden biridir belki bu yöntem, belki de küçükken annesi evini terk edip şoföre kaçmış bir trafik şube müdürünün beyin kıvrımları arasında sıkışıp kalmış intikam ataklarıdır. bizim gibi işsiz güçsüz tayfasına da böylesi kılkuyruk komplo teorileri yakışır, elhamdülillah.

recep ağabey usulen uzattığım yol parasını elimi tutarak geri çeviriyor. esnaflığın lonca teşkilatından bu yana yazısız kanunlarından biri de budur. hareme yolum düşerse bana çay söyler gerekirse yemek ısmarlar yine elimi cebime attırmaz. bir ara bizim mahallede ikamet etmesi ve benim takıldığım kahveye uğramasıyla başlayan ilişkiler zinciri bu minval üzerinde yürür bu ülkede ve sırf bu nedenle ben başka hiçbir yerde yaşamak istemiyorum ölene dek. eğer küreselleşme ve post-modernizm denilen cenabet düşünce tarzı memleketime sirayet ederde bu hasletler de tarihe karışırsa son kalesi de düşmüş bir imparator gibi ya canıma kıyacağım ya da kendimi bir eve hapsedip kimseyi hayatıma bulaştırmayacağım. e-5 üzerinden haydarpaşa numune hastanesine epey sürüyor yolculuğum, malum köprü yenileme çalışmaları ‘büyükşehir belediyesi çalışıyor' tabelaları eşliğinde tam gaz ilerlemekte, ilerlerken bizim de canımıza ot tıkamakta çok şükür. recep abiye "hayırlı işler" diyerek iniyorum durakta. burası harem'e on dakika mesafede ki son durak. yukarı köprüye çıkıp hastanenin giriş kısmının önünde ki ışıklardan karşıya geçiyorum ve beni beş dakika sonra kadıköy'e ulaştıracak dolmuş taksiye biniyorum. on yedisinde saçları kızıla çalan delikanlı kızlar kadar güzel it oğlu it. her taraftan insan fışkırıyor, hemen rıhtıma atıyorum kendimi. eskiden işgal edilip çayhane olarak hizmete sunulan işletmelerin yerinde yeller esiyor, çiçekçiler ve canlı hayvan satan dükkã¢nlar da kaldırılmış. uyuz üç beş oturak konup istanbul ã¢şıklarının hizmetine sunulmuş ki boş yer bulabilene aşk olsun. buradan moda da ki yelken kulübe kadar sahilden ilerle her kuytuda kapısı içerden kitlenmiş bir kapalı mekã¢n bulamamış çiftlere rastlarsın. yeterince hanzo değilsen göz ucuyla süzüp, geçip gidersin, ama su katılmamış kalassan onları bir şekilde rahatsız edersin ki pek de işe yaramaz sonuçta. en çok yüz metre ötede bir başka yer bulunur nasılsa. ã‚lemin derdi beni geriyor bugünlerde. adamakıllı sıcak var ve canım buz gibi efes bira çekiyor, iş görüşmesine bira kokan ağızla bir gitmek de daha en başından işe alınmamayı garantiler. naneli sakızın üretilme sebebini idrak ederek, bir ağaç gölgesi bulup denize karşı bira içiyorum sonrası. istanbul gümbür gümbür akşama hazırlıyor kendini. çığırtkan kuşlara benziyor biraz, her bir yandan farklı bir ses fışkırıyor. okulu askıya alıp gezinen liseli çocuklarla dolu etrafım. kızlar erkek gibi konuşuyor, erkekler de erkek gibi konuşmaya çalışıyor. kravatlar biçimsizce salıverilmiş, gömleklerin kolları katlanıp geriye atılmış, her biri ayrı telden çalan envai çeşit saç biçimleriyle dudak arası sigara tabloyu tamamlıyor. dünya umurlarında değil gibi davranıyorlar, önemsenmek istiyorlar ama dünya da onları ..klemiyor evrensel birleşik kaplar teoremi gereği. .okunda boncuk arama evresidir lise çağı. ben var olmak üzereyim, ben de farklı bir şeyler var, mafya üyesi ile maden mühendisliği okumak arasında bir yerlerdeyim ama su ürünleri fakültesinden mezun olup gardiyan olma ihtimalim de mevcut. fizik dersinde ivme denilen bir baş belası ile başa çıkamıyorum ancak beş lira ile üç gün geçinmenin ne demek olduğunu öğreneli epey oluyor. ihtilal sonrası özal zamanına denk düşer benim lise çağım. yabancı sigara yasağının kaldırılması ile kaçakçıların ekmek kapısı kapatılmış ve yüklü vergi bindirilerek vitrinlerde yerini almıştır sigaralar albenili paketleriyle çeşit çeşit. o sıra orta anadolu'nun ağaçsız şehirlerinden birinde dayak yiyorum öğretmenlerimden ben gün aşırı. tuhaf bir oyuna dönüştürmüşüz her şeyi "kalk ulan tahtaya" "ulan deme bana" "terbiyesiz, çık sınıftan gözüm görmesin seni". saçımızı elle kontrol ediyorlar örneğin her pazartesi, müdür yardımcısının elinde bir makas, önüne geleni kırpıp gönderiyor geri, limon suyuyla yapıştırmışım sertleşmiş saçım ama cin gibi it oğlu it yemiyor numaramı ve derin bir kesik atıyor alnımın üstüne. çizik karizmayla eve dönüyorum berber parası almak için. berber gülerek karşılıyor bizi, sabah sabah yevmiyeyi doğrultmanın keyfiyle. rahmetli ahmet kaya boşuna dememiş "kırk yıl su değse bir .ikim olmaz mermere, hayatta güvenme ibne ile berbere" diye. okul idaresinin berberler odasıyla işbirliği yoksa eğer, evren paşa'nın askeri yönetiminin sivil yaşama yansımaları bu uygulamalar. kafam bozuluyor, sıfıra vurduruyorum saçımı. diğer arkadaşlarım da bana uyuyor, güneşin altında ampul gibi parlayarak dönüyoruz okula. girişte karşılıyorlar bizi, bu sefer de protesto ediyorsunuz diyerek disiplin kuruluna veriliyoruz hep birlikte. benim gauss yöntemiyle ardışık yüzlerce sayıyı toplamayı öğrenmem gerekirken saçımın iki santimden uzun olması sebebiyle okuldan uzaklaştırma cezası almam aklıma sığmıyor ama kalorifer dairesinde sigara içerken yakalanmamla birlikte tekrar cezalandırılmamı bir nebze olsun kabul edebiliyorum. öğretmen tayfasının bu osuruktan terane işlerle uğraşmasından kelli her şeyden yarım yamalak öğrenerek üniversite seçme sınavlarına hazırlanıyoruz ve o saatten itibaren hayata bir sıfır geriden başlamak zorunda olduğumuzu fark ediyoruz. ingilizce dersi içerisinde barındırdığı ‘.m' yardımcı fiili nedeniyle bizde alay konusuyken zengin tayfası çatır çutur ingilizce konuşuyor kendi aralarında. daha sonraları tüm gramer kanunlarını öğrenmeme rağmen ingilizceden nefret etmemin kaynağı bu yıllara dayanır. matematiği sevmeme rağmen matematik hocalarından nefret etmek de öyle. çağrışımlar tanrı'sının emanetine saygı duyarım ben her seferinde o'da sağ olsun hiç boş koymaz beni. bu yüzden biraz tuhaf bu duruş. gerekli gereksiz pek çok şeyi hatırlama rahatsızlığı veya boş işlerle beyni meşgul etme zırvalığı adlarından birini verebilirim buna. gerçeğim olurlar kendileri, değiştiremem, çaba göstermek işe yaramaz.

bir sabancı iş performansıyla kendini ölçer, köylünün teki son model traktörüyle hava atar, genel kurmay başkanı öldürttüğü terörist sayısıyla övünür, tansu çiller servetinin kaynağını çıkınla açıklar, murathan mungan "bu ülkede her şey olunur ancak rezil olunmaz" der, demet şener herkesi sıraya dizip ibrahim kutluay'la evlenir, dikembe mutombo ribaunt kralı seçilir, sevda demirel orospu olmadığını iddia eder, semra özal, fatih ürek'in şarkı söylediği barda puro içer, ayşegül tecimer yirmi bir yaşında ki sevgilisiyle kavga eder, sezen aksu beşinci kocasını boşar, it ürür kervan yürür, selim seyreder. ara sıra da kendinden ufak boylu kaşları biçimlice alınmış kızlardan dayak yer ve onlara ã¢şık olduğunu iddia ederek avunur, kendini acındırır, acılarından kule inşa edip boş vermişliğe sardırır, yalnızlığına tahammül edebilme gücüyle öğünür, kurda kuşa, börtü böceğe, çayıra yeşile gitme sevdalısıdır, zeki olduğunu varsayar, ailesine uzakta oldukları sürece bağlıdır, dostlarını satmaz, düşmanlarını ağlatmaz, ne ota ne boka yaranır, kendi boşluğunu neden doldurduğundan bihaber ortalıkta salınır durur. müslüman olmasa komünist olmaya karar verecektir, liberal olduğunu varsaysa da tuzu kuru sınıfından olmadığının da bilincindedir, hem onların ne menem bir sınıfı temsil ettiğini de anlamamıştır, sütten çıkmış ak kaşık olmadığını bilir, kızlarını orta sınıf arızalılar grubundan seçer, tek gerçeği beşiktaş taraftarı olduğudur, o da türetilmiştir. ak .öt kara .öt belli olmamıştır bu memlekette atatürk öleli beri ve selim efendi neye inanacağını şaşırıp allah hariç hiçbir şeye inanmamaya özenmiştir, ancak sıkı bir günahkar olmaktan da yakasını kurtaramamıştır. "laik sistemin yaratığıyım ben" diye sisteme giydirirken, içerden bir sesin "hassiktir lan!" diye çığlık çığlığa at koşturduğunu hisseder. her fırsatta belediyeye küfrü basar, devlet dairelerinin azılı düşmanıdır, statükodan sıkılır, bürokrasiden darlanır, politik kasttan haz almaz, aristokrasiden nefret eder, burjuvaziyi aşağılar, üstün insan kavramına .ötüyle güler, parayı sevmez, övünmeyi bilmez, gözyaşını silmez, türkü dinler, halay çeker, ağzı kokar, burnu akar, dümdüz bir adamdır nihayetinde. su akar, deliler bakar, selim de kendi tarifini kendi eliyle yapar.

artık gitme vakti hoşça kal kardeşim deniz, bir borsa şirketiyle iş görüşmesi yapmam ve onlara kendimi beğendirmek gerekiyor şimdi.
tümünü göster