şunun şurasında sadece akşam beşte zenginlerin oyuncağı borsanın giriş katında iş görüşmem var ve ben daha şimdiden yeni yetme manken edalarında aynanın karşısında harcıyorum saatlerimi. epeydir süren başıboş hayatıma getireceği düzenden mi yoksa kronik parasızlık sorunuma bir süreliğine de olsa ara vereceğinden mi nedir bu neşeli hallerim? aslı'dan sonra tepe taklak ve kesinlikle aşağı yönlü seyreden yaşantı sanım meğer en ufak bir tutunuş kırıntısına bile böyle bir tepki verebiliyormuş, ummuyordum hani. kendime yakıştıramıyorum ama üzerime oturuyor elbisesi anında. oğuz atay'dan bu yana ülkedeki en büyük tutunamayanı kendi küllerinden yaratacak olan bu sığırcık kuşuna sıcak ve huzurlu bir ev, uzun vadeli bir iş, prezervatifli güvenli aile içi seks hayatı, çocuk yaparak geleceğe sarkma hayali, süpermarketlerde hafta sonu aile boyu alışveriş yapma ihtimali fazla geliyor yine de. hayatımın ilk yarısından edindiğim tecrübe vasıtasıyla yapabildiğim en iyi şeyin yatağa yanlamasına uzanıp, sigara ve bira içerek bukowski okumak olduğu düşünülürse bulabileceğim tek işin boktan ve batması muhtemel bir derginin ucuz editörlerinden biri olmak olduğunun henüz farkındayım. hayat insanların hayallerinden ve düşüncelerinden ibaret olsaydı diğerlerinin muhteşem kurguları yanında benim payıma düşen sadece pırıl pırıl ışıklar saçan devasa yıldızların arasında kaybolup gitmiş kendi mütavazi ışığıyla avunup diğerlerine öykünen ve onları küçümseme paradoksuna kapılmış bir mum ışığı olmak kalırdı. zannedilenin aksine düşlerin sığlığı mutluluğu yakalamanın muhteşem sırrı değildir babam, önyargılarıyla sulandırılmış dar görüşlü bir dimağın işaretidir kendileri. allah'a şükür ayaklarımız yere basıyor da böylesi kabusları ancak akıl yitimi olarak nitelendirilecek uyku sırasında çoğu zaman da farkına bile varmadan geçiştirip gidiyoruz. yoksa çılgın bir ressamın histeri çığlıklarında kaybolup gitmek ya da deli bir yeni yetme şairin elinde oyuncak olup kadere kahretmek gayet mümkündür ve ben daha kendi düşlerime gem vuramamışken diğerlerininkini kaldıramayacak derecede hassas bir mideye sahibim. benim kendime has dertlerim mevcut, en başta da kimlik sorunum geliyor. 'güdümsüz!' aceleci bir yaftalama çabasıyla bulabildiğim en uygun tabir budur kendime. eğer herhangi bir seçenek varsa ortada, kendi adıma ben her devirde yanlış ya da küçük hesapların adamı olarak sonuçsuz hamlelere meyilliyimdir. en olmadık yerde nereden kaynaklanmışsa köküne kibrit suyu dökülesi gururlanacağım tutar, en gereksiz zamanlarda ortama terslik niyetine olumsuz fikirlerimle çıkışlarım meşhurdur, durduk yere başımı belaya bulaştırıp ardından günlerimi onu defetmek adına harcadığım çok olmuştur. ne var ki zararı kendime indirgeyecek kadar da hümanist ideallerim sayesinde çevremde felaket tellalı olarak anılma bahtsızlığından burun farkıyla yırttığımın da altını çizmekte fayda var. her seferinde bu kez öyle olmayacak diye ne stratejiler geliştirmişim, nice kuramlar denemişim ki haddi hesabı yok.
salih'e telefon açıyorum, akşam sekizde benim evde buluşmak üzere kararlaştırıyoruz. kimseye haber vermememi, yalnız konuşmak istediğini tembih ediyor. epeydir dalgın bu çocuk, yeni yeni ayrımına varıyorum bunun. o kadar çok kendi hayatlarımızla ilgiliyiz ki etrafımızda olup bitenlere kayıtsız kalıyoruz çoğu zaman. onlara ilişmemiz için ya bizim özelimize dokunmalılar, ya da randevu almalılar bizden. yirmi birinci yüzyıl post modern dünyayı kudurmuş köpek dişi emperyalizmin önüne gelen her bakir toprağa saldırması diye adlandıranlara bir hatırlatma da benden. aynı zamanda büyük yalnızlıklar ve kısır döngü bencillikler çağıdır kendileri. aslı'nın bir suçlaması da benim alabildiğince bencil olduğum üzerinedir, boşuna değil. sırf bu laf yüzünden hayatımı ayaklarının dibine bıraktım, bu da olsa olsa evrensel örümcek ağında kendi kendime ördüğüm yapışkan salaklık oyunuyla özdeştir. herkes kendi hayatının güdümünde ben merkez kulesinde hapis. zaten asıl sorun bu olduğu için birbirimizden kaçıyoruz durmadan, boşuna " türkiye birbirlerini arayan ve ısrarla bulamayanların ülkesidir. " denmiyor. fıçı içerisinde yaşayıp elinde fenerle gece gündüz " adam arıyorum! " diye etrafını kendine güldüren saçı sakalı birbirine karışmış milat evveli dostumuzu saygıyla anmamak elde değil. etraf artık yanlış anlaşılmalardan geçilmiyor, dört bir yana kör kurşunlar sıkıp hedefi ıskaladığımıza şaşıp duruyoruz ardından. kadınlarla başım ne kadar dertliyse arkadaşlar konusunda da o denli şanslıyımdır ki her birini yılların süzgecinden ince eleyip sık dokuyarak telefon rehberine yerleştirmişim. salih'le arkadaşlığımız da çok uzun senelere dayanıyor. önceleri sağda solda görürdüm mahallede, çok konuşkan olmadığını biliyordum. devamlı koşturacak bir şeyleri, etrafında sohbete koyulduğu birkaç kişi, birini söndürüp diğerini yaktığı ucuz sigarası, siyah oltu taşı tespihini parmakları arasında döndürmesiyle tam bir şehir bitirimi olma yolundaydı o devirler. kaygan bir zemindir varoşların caddeleri, kim bilir belki de sadece anasının duaları sayesinde takılıp düşmeden hayatını rayına oturtmayı başarmıştı. altı aylık bir süreçte ortak arkadaşlar vasıtasıyla pek çok kez yan yana gelmemize rağmen doğru düzen konuşmadık bile. ben daha yaşlı olduğumdan ağırdan aldım ve varmadım üzerine. kötü içtiğimiz bir sahil gecesi her nasılsa yolu düşmüş muhabbete katılmıştı geç saatlerde. ayarımın kaçtığı bir sefere denk gelmiş olmalı ki dostlar refakatime salih'i kattılar eve yollanırken. yaptığım türlü soytarılığa o içen ve içenleri bilen vakur tavrıyla katlandığını hatırlıyorum. beni evime getirmekle kalmadı odama kadar da eşlik edip yatağıma yerleştirdi o gece. ertesi gün hatırımı sormaya eve gelmesi ve ona çay ikram etmemle kıvamını bulan dostluğumuz hiç aksamadı ondan sonra. tuhaf bir şekilde bana saygı duyduğunu hissediyordum, belli etmiyor ya da hareketleriyle dışa vurmuyor ancak yapmadıkları ve söylemedikleriyle ancak muhatabının anlayabileceği bir tavırla içerlerde bir yerde duyumsuyordum olup biteni. bir yönüyle benim, alıştığı çevresinden farklı olduğumu biliyor, diğer yönüyle yabancılara kapalı tuttuğum pek çok yönümü dostlarıma sonuna kadar açtığımı seziyor ve kendisini de onların arasına rahatlıkla yerleştiriveriyordu. kendince önemli saydığı meselelerinde benim fikrimi almak gibi bir olayı da mevcut, tabii yollardan mahallenin abisi gibi hissetmeme ve kendimi değerli varsaymama neden olan. rıfat'ın babası kara halil amca rahmetli olmadan evvel hastanede oğullarına vasiyet niyetine bir söz bırakmış; " önce gidin karınızı satın, sonra arkadaşınızı satarsınız ". kimse kimseyi satmasın hocam ne gereği var. çorum'dan kalkıp önce kadıköy balık pazarına yakın yerde çay ocağı, ardından fikirtepe dolaylarında kahvecilikle başlayan istanbul macerası küçük oğlu şeref'in uyuşturucu işine bulaşması sonucu gebze'ye kadar sürüklemiş kara halil'i. o devirlerde fikirtepe'ye yeni giren beyaz ölüm bir daha çıkmamış mahalleden ama bir vakit karadenizli bir mafya babasının belki kendi çöplüğünde kendinden başka bir iktidar istemediğinden ya da ailesinden birinin eroine alışıp bok yolunda telef olmasından dolayı mahalleyi bu illetten temizlemeye karar vermesiyle birlikte bir ara sekteye uğramış sokak aralarında al sat muhabbeti. başta şeref'in bütün arkadaşları olmak üzere ne kadar torbacı varsa saçları ve kaşları kazıtılıp, sıra dayağından geçirilip, falakaya yatırılıp sokakta dolaştırılmış ders niyetine. sadece şeref yırtmış paçayı babası sayesinde. rıfat'a gelince kendisi tam bir istanbul fırlaması olmasına rağmen dünyanın en kolay zengin olma yöntemi beyaz işine ve beyaz kadın ticaretine bulaşmadan hayatını kazanmayı bilmiştir. ileri derece de astım hastası olan ve bu nedenle sağlık kurulu tarafından yüzde altmış iş görememezlik raporuyla çürüğe çıkartılıp askere gitmekten yırtan şeref'te babasının o'na son emanetidir. rıfat inanılmaz yollardan para kazanır, bir bakarsın beş parasız gezer, bir bakarsın etrafa kucak dolusu para saçar. son dönemlerde ki yeteneği inşaat sektöründe faaliyet gösteren müteahhit firmalara komisyonunu alarak fatura temin etmektir. minibüsçülerden petrol ofisi sahiplerine kadar geniş bir ağın aracılığına soyunmuştur. para sorunu olan firmalarla tefecileri buluşturması, çeşitli entrikalardan yüz akıyla sıyrılması diğer yeteneklerindendir. bin bir türlü cambazlıklarla iş alan şirketler adlarına düzenlenmiş faturalarla masraf göstererek vergi kıskacından kurtulmak ve dönemsel para sorunlarını tefecilerle çözmek için başvururlar rıfat'a. ışık hızıyla iş bitirip aynı hızda aleme dalar ki esamisi okunmaz. rakı sofrasına sekiz on meze dizdirmeden oturmaz ama kaya dibinde sadece tuzlu fıstıkla bira içtiği vakitlerde o'nu daha çok severim. ne kadar çevresi olduğunu kendi bile bilmez, ama her türden adamla düşüp kalktığı halde soluğu salih'le benim yanımda almaktan da kendini alamaz. salih ile moda'da garsonluk yaparken tanışmışlar delikanlılık çağlarında. para harcamakla ilgili aşırı savurganlık huylarını o dönemlerden kaptığını salih ballandıra ballandıra anlatır hep. o dönemin en popüler ve en pahalı mekanlarından birinde epey bir süre çalışmış yol yordam öğrenmiştir istanbul jet sosyetesinin hizmetinde. ergen zibidilere kız arkadaşlarıyla baş başa kalabilecekleri loş masalar ayarlayıp onların aynalı sazan kıvamındaki pullarını yolmaktan, afyonlanarak mekana damlamış mafya babalarının her kül tablası değiştirmelerinde dönemin en büyük parasını ellerine sıkıştırmalarına kadar yüzlerce hikayeyi keyifle dinledim pek çok akşam.
salih'e telefon açıyorum, akşam sekizde benim evde buluşmak üzere kararlaştırıyoruz. kimseye haber vermememi, yalnız konuşmak istediğini tembih ediyor. epeydir dalgın bu çocuk, yeni yeni ayrımına varıyorum bunun. o kadar çok kendi hayatlarımızla ilgiliyiz ki etrafımızda olup bitenlere kayıtsız kalıyoruz çoğu zaman. onlara ilişmemiz için ya bizim özelimize dokunmalılar, ya da randevu almalılar bizden. yirmi birinci yüzyıl post modern dünyayı kudurmuş köpek dişi emperyalizmin önüne gelen her bakir toprağa saldırması diye adlandıranlara bir hatırlatma da benden. aynı zamanda büyük yalnızlıklar ve kısır döngü bencillikler çağıdır kendileri. aslı'nın bir suçlaması da benim alabildiğince bencil olduğum üzerinedir, boşuna değil. sırf bu laf yüzünden hayatımı ayaklarının dibine bıraktım, bu da olsa olsa evrensel örümcek ağında kendi kendime ördüğüm yapışkan salaklık oyunuyla özdeştir. herkes kendi hayatının güdümünde ben merkez kulesinde hapis. zaten asıl sorun bu olduğu için birbirimizden kaçıyoruz durmadan, boşuna " türkiye birbirlerini arayan ve ısrarla bulamayanların ülkesidir. " denmiyor. fıçı içerisinde yaşayıp elinde fenerle gece gündüz " adam arıyorum! " diye etrafını kendine güldüren saçı sakalı birbirine karışmış milat evveli dostumuzu saygıyla anmamak elde değil. etraf artık yanlış anlaşılmalardan geçilmiyor, dört bir yana kör kurşunlar sıkıp hedefi ıskaladığımıza şaşıp duruyoruz ardından. kadınlarla başım ne kadar dertliyse arkadaşlar konusunda da o denli şanslıyımdır ki her birini yılların süzgecinden ince eleyip sık dokuyarak telefon rehberine yerleştirmişim. salih'le arkadaşlığımız da çok uzun senelere dayanıyor. önceleri sağda solda görürdüm mahallede, çok konuşkan olmadığını biliyordum. devamlı koşturacak bir şeyleri, etrafında sohbete koyulduğu birkaç kişi, birini söndürüp diğerini yaktığı ucuz sigarası, siyah oltu taşı tespihini parmakları arasında döndürmesiyle tam bir şehir bitirimi olma yolundaydı o devirler. kaygan bir zemindir varoşların caddeleri, kim bilir belki de sadece anasının duaları sayesinde takılıp düşmeden hayatını rayına oturtmayı başarmıştı. altı aylık bir süreçte ortak arkadaşlar vasıtasıyla pek çok kez yan yana gelmemize rağmen doğru düzen konuşmadık bile. ben daha yaşlı olduğumdan ağırdan aldım ve varmadım üzerine. kötü içtiğimiz bir sahil gecesi her nasılsa yolu düşmüş muhabbete katılmıştı geç saatlerde. ayarımın kaçtığı bir sefere denk gelmiş olmalı ki dostlar refakatime salih'i kattılar eve yollanırken. yaptığım türlü soytarılığa o içen ve içenleri bilen vakur tavrıyla katlandığını hatırlıyorum. beni evime getirmekle kalmadı odama kadar da eşlik edip yatağıma yerleştirdi o gece. ertesi gün hatırımı sormaya eve gelmesi ve ona çay ikram etmemle kıvamını bulan dostluğumuz hiç aksamadı ondan sonra. tuhaf bir şekilde bana saygı duyduğunu hissediyordum, belli etmiyor ya da hareketleriyle dışa vurmuyor ancak yapmadıkları ve söylemedikleriyle ancak muhatabının anlayabileceği bir tavırla içerlerde bir yerde duyumsuyordum olup biteni. bir yönüyle benim, alıştığı çevresinden farklı olduğumu biliyor, diğer yönüyle yabancılara kapalı tuttuğum pek çok yönümü dostlarıma sonuna kadar açtığımı seziyor ve kendisini de onların arasına rahatlıkla yerleştiriveriyordu. kendince önemli saydığı meselelerinde benim fikrimi almak gibi bir olayı da mevcut, tabii yollardan mahallenin abisi gibi hissetmeme ve kendimi değerli varsaymama neden olan. rıfat'ın babası kara halil amca rahmetli olmadan evvel hastanede oğullarına vasiyet niyetine bir söz bırakmış; " önce gidin karınızı satın, sonra arkadaşınızı satarsınız ". kimse kimseyi satmasın hocam ne gereği var. çorum'dan kalkıp önce kadıköy balık pazarına yakın yerde çay ocağı, ardından fikirtepe dolaylarında kahvecilikle başlayan istanbul macerası küçük oğlu şeref'in uyuşturucu işine bulaşması sonucu gebze'ye kadar sürüklemiş kara halil'i. o devirlerde fikirtepe'ye yeni giren beyaz ölüm bir daha çıkmamış mahalleden ama bir vakit karadenizli bir mafya babasının belki kendi çöplüğünde kendinden başka bir iktidar istemediğinden ya da ailesinden birinin eroine alışıp bok yolunda telef olmasından dolayı mahalleyi bu illetten temizlemeye karar vermesiyle birlikte bir ara sekteye uğramış sokak aralarında al sat muhabbeti. başta şeref'in bütün arkadaşları olmak üzere ne kadar torbacı varsa saçları ve kaşları kazıtılıp, sıra dayağından geçirilip, falakaya yatırılıp sokakta dolaştırılmış ders niyetine. sadece şeref yırtmış paçayı babası sayesinde. rıfat'a gelince kendisi tam bir istanbul fırlaması olmasına rağmen dünyanın en kolay zengin olma yöntemi beyaz işine ve beyaz kadın ticaretine bulaşmadan hayatını kazanmayı bilmiştir. ileri derece de astım hastası olan ve bu nedenle sağlık kurulu tarafından yüzde altmış iş görememezlik raporuyla çürüğe çıkartılıp askere gitmekten yırtan şeref'te babasının o'na son emanetidir. rıfat inanılmaz yollardan para kazanır, bir bakarsın beş parasız gezer, bir bakarsın etrafa kucak dolusu para saçar. son dönemlerde ki yeteneği inşaat sektöründe faaliyet gösteren müteahhit firmalara komisyonunu alarak fatura temin etmektir. minibüsçülerden petrol ofisi sahiplerine kadar geniş bir ağın aracılığına soyunmuştur. para sorunu olan firmalarla tefecileri buluşturması, çeşitli entrikalardan yüz akıyla sıyrılması diğer yeteneklerindendir. bin bir türlü cambazlıklarla iş alan şirketler adlarına düzenlenmiş faturalarla masraf göstererek vergi kıskacından kurtulmak ve dönemsel para sorunlarını tefecilerle çözmek için başvururlar rıfat'a. ışık hızıyla iş bitirip aynı hızda aleme dalar ki esamisi okunmaz. rakı sofrasına sekiz on meze dizdirmeden oturmaz ama kaya dibinde sadece tuzlu fıstıkla bira içtiği vakitlerde o'nu daha çok severim. ne kadar çevresi olduğunu kendi bile bilmez, ama her türden adamla düşüp kalktığı halde soluğu salih'le benim yanımda almaktan da kendini alamaz. salih ile moda'da garsonluk yaparken tanışmışlar delikanlılık çağlarında. para harcamakla ilgili aşırı savurganlık huylarını o dönemlerden kaptığını salih ballandıra ballandıra anlatır hep. o dönemin en popüler ve en pahalı mekanlarından birinde epey bir süre çalışmış yol yordam öğrenmiştir istanbul jet sosyetesinin hizmetinde. ergen zibidilere kız arkadaşlarıyla baş başa kalabilecekleri loş masalar ayarlayıp onların aynalı sazan kıvamındaki pullarını yolmaktan, afyonlanarak mekana damlamış mafya babalarının her kül tablası değiştirmelerinde dönemin en büyük parasını ellerine sıkıştırmalarına kadar yüzlerce hikayeyi keyifle dinledim pek çok akşam.