günün en iyi anını denk getirmek her seferinde o kadar kolay olmuyor. diğerlerini göz önünde bulundurmam lazım ve isteklerini karşılamam gerekiyor öncelikle. bugün için planım aslında ufak oğlanı alıp nesin vakfı'na gitmekti mesela. dışarıda arkadaşlarıyla takılmayı tercih etti ancak. sabah sabah kahvaltı, ders, oyun derken eline bir lira sıkıştırıp dışarı saldım veledi. sonra kayın pederin yeni evine yaptıracağı sineklikler üzerine bir dünya oturup konuştuk, sonra ölçüleri alıp sipariş verdim, arada bir komşunun balkonunun izolasyonunu yenilenmesi gerekiyormuş, mastik aldım ve akşam altı gibi yapmaya söz verdim ve akşama halledeceğim. sonra hatunla vedalaşıp öptüğümün kiptaş'ına geri döndüm. ilişkiler biraz karışık ben de, çok da anlatmaya hevesli değilim zaten. sadece aileme yakın bir yerlerde tek başıma yaşıyorum diyelim şimdilik. günün en iyi anını yakalamak için iki saat harcadıktan sonra artık başlayabiliriz.

transa geçmek ya da ilham yok. her zaman böyle olmuyor, bazen beyninde dört nala hikayeler dolaşıyor, bazen de bir şey büyüyor büyüyor ve en sonunda dökülüyorsun. ben yazdıklarım gibi iyi bir adam değilim, ancak yazdıklarımda anlattığım kadar kötü bir hayatım da yok benim. herkes kadar hayatın içinde kimseye eyvallahı olmayacak mesafede geçinip gidiyorum bu hengamede. işim gereği sabahtan akşama kadar büyük ekran bir bilgisayarın başında oturuyorum. telefonlar geliyor sürekli ve çözüm arıyoruz müşterilerin ekranına bağlanıp. bildiğim bir iş, seviyorum da uğraşmayı ancak ne işimden ibaretim ne de diğer şeylerden. hepsinin birleştiği bir yer var ve bu benim hayatım. yalnız tüm bunlardan bağımsız bir şey daha var içimde çocukluktan beri içimde büyüttüğüm, entelektüel paralel evrenim. kimseyle paylaşamadığım sadece kelimelerin birleşirken ortaya döktüğü bir dünya. her şey var orada, isildur'un kılıcından george orwel'in "dali'den karakurbağasına bazı düşünceler" kitabından arta kalan akla gelen gelmeyen, takılan takılmayan her şey. gözlem ustası değilim ben, hayatıma hikaye kaynağı olarak da bakmıyorum, mevzularım çok karışık, çok farklı. uçuşuyorlar durmadan ve zihnime çakılıyor bazıları. duman solisti kaan tangöze'nin eski sevgilisi, ahu paşakay'ın intiharı aklımdan çıkmıyor. sanırım doksan beş yılıydı, sonra semra özal'ın puro içerken çekilmiş fotoğrafı, sadece yazı, fikir, olması da gerekmez, müzik, video, olay, gazete haberi, fotoğraf, film sahnesi gibi bir dünya ıvır zıvır birikiyor ben de. tamamen bilinçsiz bir seçimler dizisi. ne karar veriyorum ne de üzerine düşünüyorum. ilgimi çektiği yere kadar gidiyorum üzerine üzerine, sonra başka bir şey oluyor, onun peşinden sürükleniyorum. eskiden daha yoğundu bu hal, şimdilerde yaşım icabı duruldum biraz. ayrıca siyaset ve ekonomi çok ağır baskılar oluşturdu üzerimizde son yıllarda, kendimize ayıracağımız alanlar daraldıkça daralıyor ve bizi siyaset, ekonomi ve spor konuşan zombilere dönüştürüyor bu hal. her yerde her zaman, kaçıyorsun, kaçıyorsun, yine yakalanıyorsun. haliyle bir müddet yazmaya ara verdim. kulakları çınlasın issinabim "elektrik faturasını nasıl ödeyeceğini hesap eden bir adam hiçbir şey yazamaz abicim!" derdi bir zamanlar. evine icra gelmiş bir anarşisti aklına getir şöyle bir? korkunç! kaldırır sol elini oraya kadar sorun yok, ama "tek yol devrim!" diye haykıracakken daha yolun yarısında sesi kısılır, sözcükler boğazına düğümlenir ve haykıramadan indirir o sol elini.

neyse, işte durum biraz da böyle bizden yana. beyaz tavşanı izlemeye devam...
tümünü göster