4

ses geldi, gitmeliyim. o benim kabusum, karanlığım, sığınağım, yasak bölgem. var oluşumun dayanağı ve yücelteni. ilk ne zaman duyduğumu bilmiyorum, ne zaman geleceğini bilmiyorum, gider mi bilmiyorum. o vardır sadece ve kabul görür. korkunç şakacı bir cindir bazen, bazen karlı dağlardan gelen esinti. bilge, katil, yalancı bir şeytan. bilgeliği her zaman her soruya cevap verebilmesinden ileri gelir, asla şaşırmaz, duraklamaz, doğruyu söylenmesi de beklenmez, istemediği ve gücüne tehdit algıladığı her şeyi yok etmeye meyilli, aksi ve cüretkar bir şeytandır aynı zamanda. bu aslında onun hikayesi, ben sadece rolünü oynamaya çalışan gariban bir figüran eskisiyim, bir anlatıcı.

kepenklerini kapatıyordu akşamüstü kuyumcular sitesinin altın sarısından gözleri dönmüş kuyumcu kodamanları. saçlarımda tuhaf bir kaşıntı ve öldüresiye iğrenç kepenk kapatma gıcırtısı. metalin saca çevrilmiş halinin birbirine sürtündüğünde böyle dehşet bir sese dönüştüğünü keşfetmelerinden itibaren dükkanlarını bunlarla bezedi amcalar. daha delirmediğim veya ben ve diğerlerinin henüz farkında olmadığı o sonsuz mutluluklar çağında marangozluk yaptım ben bir müddet kadar. isa da marangozdu. elleriyle iş yapan herkes saygındır bir yerde ve elleriyle iş yapmak kadar mutluluk veren bir şey yoktur profesyonel iş yaşamında. işini paraya endeksleyen ve pahalı takım elbiselerle, hafta sonu çılgın partilere koşuşup oradan edindikleri zevk kırıntılarıyla hafta içinde sıkıcı ve yapışkan işlerine geri dönen zavallı hayat süprüntüleriyle pek bağdaşmaz bunlar. varsın öyle olsun "sizin dininiz size, benim dinim bana" diyen peygamber burada da göstersin engin görüşlülüğünü. ve o korkunç ses, kapanan bir kuyumcunun tenekeden öteye geçememiş aşağılık kepenginin yere indirilirken çıkardığı o tanımsız gürültü ve devamında kırpıştırdığım göz kapaklarımla içimi buran ürperti. insan sırf bu yüzden bu mesleğe itibar etmemeli dostlarım. her an çalınacakmış hissi uyandıran sarı maden parçalarının sanatkarane işlenişi, her boy ve modelde takıya dönüştürülmesi ve memleketimin tüm evlilik ilişkilerinin onun üzerine kurulduğu düşünülürse biraz ayıp ediyorum marangozluğu seçmekte ama aslolan aşktır biliyor musun? ancak bir şizofren konuyu böyle bağlar ve kimse de gıkını çıkaramaz ardından. "gülünç olma wolfgang" der bir yerlerden mantığın sesi. mantığın sesi şeytanın oyuncağı değilse eğer bu dünya üzerinde edinilmiş tecrübelerin çağdan çağa aktarılmış şekliyle kendini ifade etme eğilimindedir. ilahi bir güçle yazılmış izlenimini veren tüm o kitaplar ve dilden dile geçmiş ağızlarda sakız binlerce söylenceden sonra, geriye tek bir ders kalmıştır bizlerin öğrenmesi gereken. toplumsal, ahlaki, dinsel ve yasal kurallara ram et yaşadığın toplumla uzlaşmak için. sırf bu yüzden can sıkıcı bir kurallar zincirini boyunlarına yapışıp insanların canına okumaya devam edecektir o. mantığın sesine karşı geliştirilen aşkın gözü kavramı onu karşılamaz ve onun karşısında ufalır, dağılır, biter. liseli kızların ve onlarla salaklıkta başa güreşen zavallı erkek adaylarının hülyalarında belki o kendini iktidarda sanır ve her sanı gibi gerçekle karşılaşınca boynunu bükmeye ve ardından kuyruğunu kıstırıp kaçmaya mahkã»mdur uzaklara. ne derler bilirsin, "gerçek kanatlandırır." burada kanatlanmayı uçmak anlamına alırsan eğer delisin demektir, yükselmek şeklinde algıladıysan bilge. ortası yok biliyor musun? ya delisin ya bilge, diğerleri ise sadece boşluğu dolduruyor, orada burada gerekli şeyleri yapıp, birbirlerine caka satarak, hele hele türkiye de iseler bol bol konuşarak vakit harcıyorlar.

ne zaman erkek olunur? askerlik, evlilik, aşk, ilk seks yanlış cevap olacaktır bilesin. şok geçireceksin önce ve dünyan ters düz olacak. olay her ne olursa olsun bu şok senin yüreğine işleyecek. onu kanatacak, acıtacak, kederden nefes alamayacak hale geleceksin. işte o şok sana her şeyi dibinden gösterecek bu sefer. isyan olacak içinde, muhatabı önemli değil. ancak sana tavsiyem bu tür durumlarda asla eyleme geçme. sonradan göreceksin ki bu sadece bir ara dönemdir. asıl sonrası şenlik ve sen o yıkımdan kurtulduğunda hak ettiğin her ne ise onunla yüz yüze gelecek ve ödüllendirileceksin. cennet ve cehennem diyebilirsin kötü bir benzetme telaşıyla. ama bir kere olsun ters düz olmadan hakikaten erkek olamazsın. şimdi erkeklikte nerden çıktı sevgili delimiz, 'kadın hakları' ve 'insan hakları evrensel beyannamesi' ne dersen diyecek sözüm olmaz saygı duyarım da varsın onları da bir kadın deli ile inadına hümanist olabilmeyi başarabilmiş bir başka uçuk kardeşimiz anlatsın diye de hınzırca düşünmekten kendimi alamam. zaten kadın erkek ilişkilerinde yeterince sabıkalıyım doğal olarak da yaralı, varma üstüme bu denli.

bugün yemek yememe günüm, aç karnına sigara içme alıştırmaları sadece sabah kalkınca yapılıyor ya ben de artık kendime perşembelerini yemeksiz sigara içme günü ilan ettim. sigarayı seviyorum, aptalca, bir o kadar da tehlikeli ve pahalı ancak durum bu. benim amcalardan biri de iyi tiryakiymiş sağlığında, yengemi sigaranın orucu bozmadığını inandırmış ve her ramazanda da sigarasını tüttürmüş bir güzel. o zamanların kadınları kocalarının söylediklerini koşulsuz kabul ediyorlarmış zahir. garip, hala inanmakta zorluk çekmekte, rahmetli belki de doğru söylemiştir ne biliyorsunuz siz diyerek. gayet tabi amcam kanserden öldü ama kimse bilmedi bunu. o zamanlar kanserden ölmek diye bir şey yoktu öncelikle. onu sonradan bir laboratuvarda icat ettiler. ey insanoğlu siz ölmüyorsunuz aslında sizi öldürüyorlar ve hatta siz kendi kendinizi öldürüyorsunuz dediler. içki, sigara, kolesterol sizin sonunuzu hazırlıyor ve tabutlarınızı kendi elleriniz ve paralarınızla döşüyorsunuz. şişmanlıyorsunuz, egzersiz yapmıyorsunuz, stres yapıyorsunuz, az uyuyorsunuz, çok gülüyorsunuz. ellerinden gelse üremeyin diyecekler, hatta ben bunları yazarken onu da söylemiş olabilirler dikkat. azrail'in pabucu dama atıldı varsa yoksa virüs, radyasyon, stres, sığır eti, tereyağı, sigara, alkol. herkes ölür iyiler erken ölür. büyük perhiz gününde az kızarmış, üzerinden kan damlayan koca bir bifteği kapı pencereyi örterek mideye indiren katolik'ten farkımız olmalı bir yerde. bugün sadece sigara, melek önlem alır karşı durmalı. o bilmemeli!

o çok şeyi bilmemeli, ancak elinden bir şey geleceğinden de değil. o ne yapsa benim yararıma olacaktır eyvallah ama bana o dahil kimse yardım edemez. benim bile elimin kolumun bağlı kaldığı bir gordion düğümünü ve quasimodo kamburunu o üstlenmemeli. hiç hak etmedi. en azından bunu bilecek kadar şeref var ben de. benden ayrılmalı, bunu ilk fırsatta gerçekleştireceğim ve onu serbest bırakacağım. onun her başarısız girişiminden sonra kederlenmesi ve gözlerinde ki parıltının gitgide çukura kaçması beni de kötü ediyor. her ne olacaksa korkusuzum, bu evi ve meleği terk etmem gerek. bu yalnızlık benim. deliler çok bencil olur, bu sebep değil, sonuçtur. yani bencil olduklarından delirmezler, deli olduklarından bencildirler. hepsinin bir baş belası vardır ki o hep ilgi çeken olmak ister. baş belası diye nitelendirdiğim şey ise zaten delinin beynini yurt edindiğine göre benlik merkeze yönelir. ondan başkasını tanımaz sevgili delimiz ve ya onun efendisi ya da kölesi olur zamanla. benim ses var ya işte o böylesi bir varlıktır, kendisi duymasın. ilgi çeken dedim de ben sese 'gönülçelen' adını verdimdi. yakıştı da hani, açtı onu...

istanbul'daydım, en kötü günlerimden biriydi yaşadığım, beyoğlu'nda istiklal caddesini turluyordum boydan boya. yanlış seçimdi biliyorum, aslında hareketin, sesin ve görüntünün en az olduğu kuytulara sığınmam gerekirdi. her nasılsa dışarı çıkmıştım ve her nasılsa ayaklarım istiklal caddesine sürüklemişti beni, liseli kızlar rengarenkti, zenciler bile daha az siyahtı o gün, ışıl ışıl bir istanbul akşamı, hafif esen rüzgarlı bir cumartesi. bir ben karanlığım ki o kadar olur. gönülçelen çılgın bir at gibi dönenip duruyor dört bir yanımdan. her boka maydanoz, bir de saldırgan ki sorma. kapandım tabi, yumruklarımı sıkıyorum, tırnaklarım elimin etine geçiyor neredeyse ve asla içe işlemiyor, acı hissetmiyorum yeterince. kemik tırnak mücadelesinin galibi zaten bellidir. en sonunda her nasılsa işgal edilmemiş bir duvar dibine çöküyorum. tribe girdi sanıyor uzaktan bakanlar, salaklar benim hayatım baştan sona trip halbuki. işte nasıl oldu bilmiyorum uzaktan tanıdığım bir genç yanaştı yanıma "nasılsın abi?" baktım gözlerim kamaştı artık batmaya meyletmiş güneşten, belli belirsiz bir erkek silueti. "iyidir, sen nasılsın?" yanıma ilişti "abi biraz paraya ihtiyacım var" "delikanlı adam parasız gezer mi oğlum" "yoksa gezer abi" vermedim parayı, beni ne engelledi bilmiyorum, tek bildiğim sıkıntıyla ağır ağır kalkıp oradan uzaklaştığı ve benim daha kötü olmam onun arkasından. iyi çocuk, kızlarla dolaşmayı seviyor ve bir kaportacıda çalışıyor. benim parayla işim olmaz, ne zaman elimi atsam bir yerlerden çıkar, sadece otobüs parası ve sigara için atarım çünkü cebime elimi. ogün o'na o parayı vermeliydim. hiçbir şeye çare olmaz biliyorum, yapılan yapıldı ve geçti gitti. eylem zaman ilişkisini iyi ayarlamak gerekir yoksa arkasından bakar durursun. kendimi çok daha kötü hissetmem beni hafifletmez o da ayrı bir konu. ve gece evimde gönülçelen'in sesi kısılana kadar sürdü gitti kötülük. sonra uyudum.

uykusuzluk problemim var, kronik. uyku muhteşem bir eylem, insanın bir düğmesi olsa ve kendini istediği kadar uyutabilse ne kadar güzel olurdu. gönülçelen'den ayrı geçirilecek üç aya ihtiyacım var hissediyorum ve hatta kendimi süresiz de kapatabilirdim eğer öyle bir imkana sahip olsaydım. şikayet etme deli çocuk böyle sosyetik istekler sana göre değil, bu hayat ta öyle. tam ben buraya ait değilim diyordum ki gönülçelen müthiş bir fikirle çıkageldi hemen. "öyleyse bu dünyayı aşmalısın, ait olduğun yere doğru!" aklıma ölmek geldi, çok kolay, çok sıradan, o halde? maymunlar cehennemi bu ülkeyi aşmalıyım öncelikle, çingene ve sahipsiz bir ruha tek ülke ve milliyet az, sonra bu dünya geçilmeli bir kalem. nasıl olur diye konuştuk bir müddet, yavaş yavaş dedi oda. bugün gidiyorum yeniden istanbul'a kimsecikler bilmeyecek gittiğimi. gönülçelen ağırdan almamı istiyor, o sadece pazartesileri vahşi hayvanlara benzer. geri kalan günler benim...
tümünü göster