hiçbir şeyi en azından gereği kadar öğrenmeden geberip gitmek istemiyorum, anlıyor musun?

kafama çivi gibi çaktıkları her düşünceyle hesabımı kapatayım istiyorum, kendiliğinden sert babaların, elinden pek bir şey gelmeyen şefkatli annelerin, kader ya da adı her ne ise ona büsbütün boyun eğenlerin çevrelendiği bir dünyada yaşamak istemiyorum, şark mazoşizminin gölgesinde uyanmak istemiyorum, ıssızlığın sesinde doğuştan kötü olmanın arabesk mahmurluğunda yıkanmak istemiyorum, kurtuluşu, ışığı, iyiyi özlemek istemiyorum, olmak, tamama ermek, erimek, aramak, arınmak istemiyorum, istanbul'a methiyeler dizmek köye hasret çekmek istemiyorum, bir damla gözyaşı olup karanlıkta yitip gitmek istemiyorum, ölümsüz olmak istemiyorum...

hayat dediğin de ne çiçeğim?

devasa evrenin milyarlarca yıldızı arasında, bir nokta dahi olarak tasavvur edilemeyecek küçücük bir gezegen ve onun sahipliğini üstlenen insanoğlunun o tuhaf yanılsamalarından biri değilde ne? hiç durmadan yiyen, içen, koşturan, konuşan, işeyen, uyuyan, yürüyen, oturan, sevişen, ve tüm bunları yaparken kendinin önemli olduğunu varsayan tuhaf bir kibirle etrafına göz süzen, biraz kan, çokça kemik, et, safra, salya, sümük, bağırsak, ve bir şeylerin bütünü o sadece. öldüğünde ve nemalanması gerekenler işlerini bitirdiğinde hiçleşen bir sınırlılık. geri kalanı ise dünya meşakkati;

aç kalmamak için çalışmak zorundalığını anlıyorum, aile ve sorumluluğunu üstlendiklerinin asgari geçimlerini sağlama gerekliliğini kabul ediyorum, onurunu ve dürüstlüğünü el üstünde tutanları biliyorum ama,

ama çiçeğim;

diğerleri yoruyor artık. çokluğu yoruyor, yırtıcılıkları, hırsları, gözlerinin parıltısı, çıkarcılıkları, asalaklıkları, kıvrıla kıvrıla, düşe kalka, durmadan konuşarak illaki kendilerinde var olanı yüceltmeleri yoruyor. işleri, ilişkileri, memleketleri, ırkları, partileri, cemaatleri, gazeteleri, dinleri, fikirleri, kinleri, coşkuları, çabaları, ölümsüzlükleri, sabırları, inatları, senetleri, kelimeleri, her şeyi yoruyor...

dur ben sana bir şeyler karalayayım da bağrı yanık kalmasın yazının son kenarı,

yer silmek zoruma gitmezdi hiç çiçeğim,
ya da bulaşık yıkamak gün boyu,
bekçilik etmek geceleri sahipsiz kalan inşaatlara,
süpürmek bir caddeyi boydan boya sağlı sollu,
diğerlerine bulaşmak olmasaydı işin içinde eğer.

hayat dediğin de ne çiçeğim,
ayaklarının altına serilmiş incecik bir seccade gençliğim...
tümünü göster