şizofren! şizofrenler çok ressam çıkartmıştır arasından, epeyce de yazar. bu renkli kişiliğimizin bir göstergesi değil de ne? siz asıl koca götlü memur kadınlardan ve yeteneksiz olmasına rağmen yetki ve rütbe ile donanmış her hangi boyda orta zekalı bıyıklılardan çekinin. gücünüz yetsin de işiniz düşmesin böylesine. hayatınızı zindana çevirmekten büyük zevk alırlar kendileri, yaratılış gayeleri buymuş gibi suratlarını ekşiterek bakarlar yüzünüze, asla gözlerinizin içine bakmadan ve değersiz olduğunuzu ve büyük bir organizasyonun kapısının dibinde küçücük bir sinek kadar hafif durduğunuzu hissettirmek için oradan oraya sürerler sizi. bu arada kendi aralarında "bak ben bugün bin beş yüz kişiyi çileden çıkardım ya sen ne yaptın gün boyunca şekerim", "sahi ya akşam olsa da gitsek", "aman aybaşına daha bir hafta var" diye konuşmaktan, çetele tutmaktan geri kalmazlar. müebbet hapse mahkã»mların odalarının duvarına gün hesabı yaparak çentik atması kadar saçmalık. yüzümün bu yarısını şu sabunla diğer yarısını da bu sabunla yıkadım da, bu yarı sert diğer yarı yur yumuşak oldu diyerek kişiliksiz ve ucuz teste tabi tutulan yurdumun saf, temiz, tüyü bitmemiş yetim hakkı kıvamındaki beynine bunlar çok fazla. ah ne yaman çelişkidir yarabbi bu? bürokrasi denilen canavarı kurmak için bu ülke el birliğiyle bir elli sene geçirdi, şimdi kendini ondan kurtarmak için kaç yıla ihtiyacı olduğunu planlıyor. ve sırf bu yedi başlı mavi ahtapottan çöplenmek için bu dünyaya gelmiş ve başka da hiçbir meziyeti olmayan yığınları gözünün önüne getir bir de. aman aman her taraf memur kaynayacak, her makama bir sekreter, bir odacı, bir çaycı, bir hostes atanacak, daire başkanı yerlere tükürmesin diye makam odasına tükürük hokkası tahsisi yapılacak ve onun bakım ve onarımından sorumlu bir "altı yüz elli yedi" kadrosu açılacak, bir noter paranın amına koysun diye her devlet dairesi noter onaylı belge isteyecek, düzenlenen her belgeden damga vergisi peşinen tahsil edilecek, en ufak dilekçe yaldızlı, çerçeveli bir şablona oturtulacak ve sırf bu boktan iş için mahkemelerin, bakanlıkların önü arzuhalci kaynayacak. kendi vatandaşına bu denli mi güvenmez bir devlet? güvense niye üççeyrek darbeyle cumhuriyetini korumaya kalkışsın. ulan o ne aciz demokrasidir ki zırt pırt tehlikeye düşmekten kendini alamaz ve o ne ucuz laikliktir ki elden gitmeye kalkar altı ayda bir. ama 'yeşiller' çetin cevizdir ve tüm kurum kuruluşlarıyla bekçilik yaparlar demokrasimize elhamdülillah. ve yeşiller öyle bir teşkilattır ki devlet içinde ayrı bir devlet gibi işlevleri de yok değildir hani. kendi elleriyle yetiştirdikleri, besledikleri, eğittikleri bir ton adamdan haz etmezler bir de homoseksüel olmayan her erkek çocuğunu hayatlarının belli bir döneminde cehennemi bir nebze olsa da yaşatmak için yanlarına alırlar ve kendilerinin ve yetiştirdikleri tıfıl kadroların emrine koşarlar. bizim oğlan, varsay ki adı mehmet, ayakkabı boyar, yemek hazırlar, ölür, tuvalet temizler, selam verir, temizlik yapar, dayak yer, nöbet tutar, bulaşık yıkar, hapis yatar niye bir sor? evine gittiğinde sivil hayatın değerini anlasın bir de yeşillerin asla karşı konulmayacak bir güç olduğuna inancı iyice pekişsin diye. yeşillere fazla takılmamak gerek, sağlığım yeterince kötü zaten.

aklıma ne geldi bak, bu yakın zamandan. bir gün sivas vali konağının önünde yürüyoruz ismail'le, baktık demir parmaklıklarla çevreli ev bayağı bir güzel, bahçeye, havuza birde konağın dış cephesine biraz daha emek harcansa, sağına soluna rötuş atılsa hani şu ankara'da ki yabancı büyükelçiliklere benzeyecek. cana can katan salkım söğütler, fıskiyeli havuz, yemyeşil çimler. ama bir tuhaflık var, tam caddeye bakan bahçe duvarının iç kısmında iki metrelik bir ara bırakmışlar tel örgülerle. meğer kangal köpekleri besliyormuş sayın valimiz ve yer olarak da bahçenin dış demir parmaklıklarına paralel iki metrelik bir alanı uygun görmüş hayvanlara. böyle bir durumda aklınıza ilk ne gelir? benim aklıma devletimin ilde ki en üst mülki amirinin halkla arasına itlerini yerleştirmesi geldi sadece. güvenlik gibi mavalları okuyacak kuşyemi salakları umursamazsan eğer söylem mantıklı bir çerçeveye oturtulabilir. ben aklına ilk geleni dile getirenlerdenim, ismail temkinli, "ses kayıt cihazı vardır, dikkat et" demez mi. aklımda 'günaydın vietnam' filminden bir diyalog ve "siktimin başkan yardımcısına da sövemeyeceksek, boşuna yaşıyoruz bu dünya da be!" benzeri bir cümle. ismail'e de hatırlatıyorum hemen. deliyim ya bu tür ufak tefek zırtapozlukları kendime hoş görüyorum yoksa bana ne devletten, sosyal demokratlardan, dolunayda uluyan kurttan, dere kenarında deri değiştiren yılandan, çobanın çaldığı kaval sesinden, valinin kangal itinden. benim harcım değil hiç, ayrı kulvarların adamlarıyız biz, ben bazen çişimi yapmakta bile zorlanırken, onlar koca ülkeyi yönetmeye yelteniyorlar. az şey mi? benim hayallerime bile ağır gelir. hem öyle de sabırlılar, her ne olursa olsun memleketi illa düze çıkartacaklar, çoğunlukla hata kendilerinde olsa bile dert değil, çözüm yine onlar tarafından gelecektir hemen ertesinde. yeşillere bulaşma, meclise istediğin kadar giydir, kılkuyruk gazeteci tekniği. reenkarnasyon varsa eğer bu kıytırık gazetecileri geçmiş çağlarda kral'ın soytarısı olarak görebilirdin frengistan'da, şimdi her gazete de birkaç köşe kapatmışlardır kendileri. dert etme, "toplumlar hak edildikleri gibi yönetilirler" hadisi şerifi var elde.

asker yolluyordu harem otogarında memleketim insanı, davullu zurnalı, halaylı, düğünlü. nasıl fakir, nasıl inançlı, nasıl mutlu. işte o an içimde fırtınalar esiyor, film kopuyor aniden, bir dökülen ayakkabılarına bakıyorum, bir "hak etmiyorlar, böyle kötü yönetilmeyi" diyorum, bir gözüm beyaz çoraplarının topuk arkası kirinde, bir kulağım az önce sözü geçen hadisin anlamında. çıkamıyorum işin içinden, az sonra otobüsüm kalkıyor ve her şey gri bir bulutun ardından görünmeye başlıyor yeniden. ben bunları düşünerek delirmedim, deli olduğumdan aklıma geliyor sadece. bulaşır, üstüne yapışır, ülserin azar, migrenin depreşir. dert edinme kendine, geçelim bunları da bir kalem...
tümünü göster