bir akşam, akşamlardan bir akşam; dağılırken, tutunurken, söylenirken, günü güne eklerken, kredi kartının ödenmeyen kısmına bindirilmesi muhtemel faiz miktarını hesap ederken, harcanırken, biterken, yaşlanırken, hayal ettiğin her şeyin sadece hayal olarak git gide uzaklaştığını kemiklerinin dibinde hissederken, bir adam; filtresiz sigara yakmış siyah beyaz resmiyle ve sisli gülümsemesiyle yabancı bir adam, kibrit alevi uzatır benzinle harmanlanmış düşüncelerinin orta yerine...

"kendimi öldürsem mi, yoksa bir fincan kahve mi içsem?" albert camus'tur bu adam. herkes sever, över, beğenir, bahseder, falan filan.

sonra dökülmeye başlarsın. kurgu biraz, biraz gerçek, biraz abartı, biraz...

bu kadar basit...

sonra kahve içmeye karar verirsin,
işe gidersin, eve dönersin,
hanımının "kumkapı'ya nasıl gidebiliriz?" sorusuna "nasıl isterseniz öyle gidersiniz..." diye cevap verir bir otobüs şoförü,
dişini sıkarsın, geçip gidersin,
kahve içersin, devam edersin,
devam etmek için sürekli nedenler biriktirirsin,
çocuğun olur, damla damla büyür, azar azar bitersin,
kitapların, filmlerin, şiirin, hayallerin susar,
susar, susar, susarsın,
ne cennet, ne cehennem ne dünya ne evren
bilinmeyensin,
kahve içer, devam edersin,
kelimeler sessiz sessiz yağar içine,
birleştirip dışarı dökülemezsin,
altın sarısı muhteşem rengiyle bir bardak soğuk birayı bile günahkar olduğunu hissetmeden içemezsin,
almışlardır masumiyetini,
artık saf düşünemezsin,
kahve içer devam edersin,
tüm istanbul suratına işer sokağa çıktığın o ilk andan itibaren
cama yapışırsın otobüste,
kafka'nın böceğinden daha betersin
ve içine içine batar diğerleri,
biri demiş ne de olsa "cehennem ötekilerdir!" diye
sen diyemezsin,
biter, yiter, çeker gidersin
kimsenin umurundadır
kimseyi iplemezsin
bir kahve içersin
devam edersin.
tümünü göster