sayın doktor,

yaşadığım ilçede, 70 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir teyze var. ayda en az bir defa karşılaşıyoruz kendisiyle. bu karşılaşmaların hemen hepsinde, içimi acıtan bir "şey" oluyor. eğer ben, o boktan varoluşsal krizlerimin içindeysem o acıyı daha fazla duyumsuyorum. çünkü beni varoluşsal sorgulamalara iten nedenlerin, o kadının "var oluş"unda farklı şekilde tezahür ettiğini görüyorum. onun için var oluşsal sorun, elindeki üç beş mendili satabilme mecburiyeti. temmuz akşamında saat 10 sularında, yaşlı bir kadını birkaç mendil daha satmaya zorlayan nedenler, benim sikimsonik krizlerimden daha "gerçek" değil mi?
şükretmeyi kim icat ettiyse oldukça akıllı bir insanmış. her zaman daha kötüsünü bulmak mümkün değil mi doktor? halimize şükredelim. unutkanlığımıza, ikiyüzlülüğümüze daha fazla şükredelim. günah keçilerimize, bahanelerimize, nedenlerimize... hepsine teker teker şükredelim. sorumluluk duygumuzun yerini alan eleştiriye; toplumsal aidiyetin yerini alan bireysel kimliklerimizin güzelliğine; sistematik ve örgütlü mücadele geleneklerinin yerini alan aktivizmimize, duyarlılığımıza... her birine teker teker şükredelim. aptallığımız için, hafızasızlığımız için, geçip gidebilme becerimiz için...

"hayır sen o insanlara, çocuklara yardım ettikçe bu hep böyle devam edecek" diyen idrakımıza, "ne kadar yazık değil mi, bu kadını çalıştırıyorlar, napayım, ben o parayı vermesem bu sorun ortadan kalkacak mı?" diyen vicdanımıza... yatıp kalkıp şükredelim.

"alışmak, ölümün diğer adıymış" der ya şair. yanlıştır doktor. çünkü alışmak hayatın ta kendisidir. bütün canlı varlıklar için geçerlidir bu. alışan hayatta kalır. doğaya, topluma, işe, çevreye, havaya, suya, yere, göğe... ne varsa ona alışmaktır canlının işi. bununla sınırlı değildir diyeceksiniz biliyorum. değildir; ne var ki aksini ispatlamaz bu cümle. tam tersine sınırı geçmek için, sınırın kapsadığı alan içinde bulunmak gerekir. hayat alışmaktır. o kadın o mendili, dindara, ateiste, solcuya, sağcıya, etçile, vegana, siyaha beyaza, gence yaşlıyı, kadına erkeğe herkese satar. bütün alışkanlıkların içine içine satılır o mendil. bir kere, on kere, yüz kere, bin kere...

alışa alışa yaşarız doktor, bazen daha hızlı bazen daha yavaş, bazen iyiye, bazen kötüye... nasıl oluyor ya diye sorar insan misal: "nasıl oluyor ya, anlamıyorum: gencecik bir kıza, onlarca kişi tecavüz ediyormuş, oradaki insanlar nasıl yaşıyor bununla" berikisi cevap verir: cehalet der, din der, dinsizlik der, korku der... der babam der. insanı diğer canlılardan ayıran yetiler, alışma örüntüsünü de farklılaştırır. insan, alışkanlıklarına gerekçeler bulabilen varlıktır, alışırken neden ve sonuçlar üretir, gerekçeler üretir. çünkü sorgulayabilme, alışacağı, alışmakta olduğu her ne ise onunla yüz yüze gelebilme becerisine de sahip olmuştur kendini yeniden ve yeniden var ederken.

freud bu nedenle de geçen seansımızda konuştuğumuz bahiste haklıdır. kötü bir olayla, büyük bir acıyla, yıkımla karşılaşan bir kişinin, onu atlatma ya da en azından onunla yaşayabilme döngüsünün son halkası değil midir alışmak? alışmak ölümün değil, yaşamın, yaşayabilmenin diğer adıdır doktor. hasan hüseyin yanılır. bu nedenle sorulması gereken soru neye alıştığımızla ilintili olmalıdır. ve bu soruya verdiğimiz her cevap, nasıl yaşadığımızı, nasıl yaşayacağımızı ve nasıl öleceğimizi de biraz olsun aydınlatmış olur.

ha bir de... ağustos şiiri çok güzeldir doktor.

saygılarımla,
m.
tümünü göster