ceplerim karanfil kokuyor. elimi cebime her atışımda, yoğun bir karanfil kokusu... karanfil diyince insanın aklına şiir, biraz hüzün ve kadın gelir.

bundan aşağı yukarı bir yıl kadar önce, yoğun bir diş ağrısından müzdarip olan ben, soğuk bir gece vakti, pahalı bir diş hastanesine gitme cüretini gösterdim. böbrek ağrısını biliyorum. diş ağrısı da yenilir yutulur değilmiş. neyse.

kendisine daha sonradan meriç adını verdiğim, siyah gözlü oldukça hoşbir bir cins-i latifin kanal tedavisi yapmalıyız teklifini koşulsuz kabul etmiştim. sonuç, 380 tl artı, ağrısız bir geceydi. beni ağrılarımdan kurtaran o güzel kadına bir hikaye yazdım sonra. saçmalayacak yaşı geçeli çok olmuştu. o yaş evresinde daha büyük uğraşlarımız vardı. birinci çoğulla ifade edilen meşgaleler. hal böyle olunca, hikaye yarım kaldı.

ceplerim karanfil kokuyor. niye? çünkü her insanın bir aptallık noktası vardır ve aptallığın bir tanımı da bilinir ki, aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemektir ve diş bakımı önemlidir.

bir cumartesi gecesi -niyeyse hep cumartesine denk geliyor- yine beni bütün varoluşsal, dünyeni ve uhrevi sorgularımdan azat eden bir diş ağrısıyla başbaşaydım.

kış... ben kışı severim. samimidir. sağı solu belli olmayan şeyleri pek sevemedim. kış öyle değildir. düşündüğüm tek şey bu ağrıdan kurtulmak. insanoğlu dişinol denen bir şeyi icat etmiş. bunu sonra öğrendim. mamafih, lezyon diş köküne kadar uzanmış. hemen her şeyle obsesif bir temelde ilişki kuran ben dişinolle de böyle bir ilişki kurmuştum. ve şimdi, meriç'in büyük bir mahirlikle kanal tedavisi uyguladığı dişi kaybedeli tam 2 gün 16 saat oluyor. ama dişinol her yere siniyormuş. işte bu yüzden pardesümün cepleri hala karanfil kokuyor. evet evet, elden ele elden ele, cepten ele, elden cebe.

saçmalayacak yaşı çoktan geçtim. duymuyor musun, ceplerim karanfil kokuyor.