istanbul'a son otuz yılın en şiddetli yağmuru yağacakmış. buna neden taktım bilmiyorum. takılmayacak bir şey değil tabi. ama bir değişik taktım ben...

cümleleri toparlamayacağım. şair diyor ya, "günden günde odamın şeklini alıyorum" diye, öyle değil. günden güne kafamın şeklini veriyorum odama. odamdan yayılan pek çok şeye. bugün bu yazı karman çorman olacak, dalgın olacak, düğmeler bitişmeyecek falan.

pazartesi günkü yağmur'da köpek gibi ıslanasım var. halbuki hiç "o insan" olmadım ben. olayları rassal şekilde yaşamadım; belli nedenler, belli sonuçlar. bir rasyonel örüntüyü takip ettim, tahmin ettim, ediyorum.

1.a

"etrafımdaki insanlarla konuştuğum şeyler bir 'denge durumu'na ulaştı, konuşacaklarımız ve yaşayacaklarımız daha öncekilerin türevleri olacak."

altı-yedi ay önce ağzımdan dökülen bu manasız cümlelerin yanlış olduğunu biliyordum; öyle zamanlar vardır ki, ve o zamanlarda öyle davranışlarda bulunursunuz ki, ilk andan son ana kadar yanlış olduğunu bilirsiniz. neyin mi? her şeyin. işte öyle bir zaman diliminde edilmiş ve bir şekilde bir cümle oluşturabilme becerisini gösterebilmiş üstteki satırların, "haklı" olduklarını yaşayarak sindiriyorum.

1.b

"bu dünyada insanlar ikiye ayrılır. bir: geçip gidenler. iki: kalıp, kazıyanlar; ama aynı dünyaya gömülü olan iki şey daha vardır. zaman ve görelilik. ki biz barbarları, medeniyetten koparan şeylerden ikisidir bu. bu yüzden, kalmak mümkün değildir ve yine de en mümkünün kıyısında durulur."

bu, talihsiz bir zamanda bir cümle formuna şöyle böyle ulaşabilmiş garip bir klişe. ama insanı insan yapan, bir klişeyi üretip ona tutunmasıdır biraz da.

// ve yağmur başladı.

1.c

"insansız yapamayacak kadar zeki değilim"

bilinir evrenin en zeki canlıları biziz. o kadar zekiyiz ki, zamanda geri gidemeyeceğimizi bilmemize rağmen, gerekçelerimiz kahir ekseriyette, sonuçların ardında yer alır. sonuca uygun gerekçeler üretmek konusunda rakipsisizdir ve saçmalama, insanlık tarihinin bir aralığında, icat edilmişse, bu yüzden icat edilmiştir.

eylem -> sonuç -> gerekçe. saçmalık, bu sıralamanın her noktasında, beyaz tenli, yeşil gözlü bir cins-i latifin hemen dizlerinin üstünde (evet bu hemen o dizlerin hemen önüne ait olmalıdır) biten siyah elbise kadar şık durur.

söylemiştim. bir bütünlüğe erişemeyecek zaman diliminin içine bırakılmış cümleler bunlar. o yüzden bir adamın hikayesini anlatmam gerekiyor buralarda bir yerlerde.

o adam ki, güzel sözler sarf edebilme yetisine malik olmuş güzel bir adam. zamanın behrinde şöyle bir şey söyler:
"bir zebaniyle birlikte olabilecek kadar yalnızım" eğer "sözünün hakkını vermek" diye bir şey var olmayı başarmış ise, işte o şey tam buraya aittir.

konular ve komşular, bu kadim sözü duyarlar. rivayet bu ya, adama üzülürler ve bir adet adriana lima, bir adet liv tyler ve bir adet sharon stone ile bu güzel adamın kapısını çalarlar.

derler ki, "ey güzel adam! fevaranını duyduk ve sana bir hediye getirdik. " adam, bakar bakar, teşekkür ederim, biraz yalnız kalmam lazım, kusura bakmayın" der ve kapıyı kapar.

hikaye nerede biter, nerede başlar bilinmez. ama bir hisse varsa o da bu hikayenin hissesiz bırakılması gerektiği hissesidir.

bu burda dursun.