öyle uzun süre kıpırdamadan oturdum ki onu beklerken, küçük bir elöpen yanımda güneşlenmeye başladı ve sıcaktan bunalmış bir papatyacık uzattı başını benim gölgeme. içimden asal kelimeleri sayıyordum sıcakta. korkutuyordu beni "mümkün" olan her şey, rahatlatıyordu beni her "istisna". oysa asker sabırsızlanmaz değil mi? terk edilmiş top sahasında oturuyordum, mahallemizin sinematografisinde. bir dijital ses bekliyordum, ekrandaki noktalardan oluşan bir zarf şekli. oysa renk değiştiren ufkum ne kadar geniş ve bastı. oysa hiçbir fark yoktu mümkün ve istisna arasında. olabileceğim her şey olarak oradaydım. her saniye yeni bir kararla kalkmayarak ben kuruyordum bu düzeni. içinde falan değildim. bendim o bas ufka bakıp gözlüklerinin arkasında büyüyen. bendim var olanı optik kılan o tiz ses. bendim her "makul" sürede vazgeçmeyerek asal kelimeleri var eden. zaten makul diye bir şey yoktur doğada. gerçek vardır, gerekli vardır, zayıflık vardır falan. tahammül yoktur, her "şey" tahammülü ile gelir aynı "rızık" gibi....

öyle uzun süre kıpırdamadan oturdum ki onu beklerken, istemez oldum gelmesini. "abi bunları da yarın ödesek olur dimi" dedim tekel bayiisine. "'yarın' asal bir kelime değil ki" dedi, "'bugün'den türemiştir sonuçta." "ya para?" dedim. "öyle zannediyorum ki fuhuş sayılırr bazı şeylerin parayla satılması."

neyse anlaştık bir şekilde. aman allahım, 10 yıl sonrası bile bize dünden daha yakın. sonuçta bu böyle gidecek. ölüm zamanı var edene kadar...
tümünü göster