burası evimiz, bu yer yurdumuz demek!

anımsıyorum kederlerin gizeminde ve yaban kıyılarda
ruhları kendi elleriyle kuran ve bütün kaplarından ilk ışıklarıyla günün
ve sırayla gökte yerde ve bir söylenti gibi çelenklerin süslerinde
söz verilen suların çekileceği ve altından neşe içerisinde çıkacak olan bir batağın pınarı
bir işaretmiş korkunç şaşılası, akıl sorulmaya kaçak ve garip garip uçan hayallerin
vur vur ölmez yüz canlı bir dünya ayakları kırık bir kuzu, elleri birbirinde dik başlı kurban edilmiş oğullar kızlar
bulacaklar cesetlerimizi bütün, bir soydan doğacaklar binip kayıklarına öyle
söylenti dört bir yana dağılacak onun seyrettiği her yeri ve her şeyi ayaklar altına alarak
serilip uzun bir şarkının dibine, sana anlatacağım.

anlatacağım sana; ilk savaşı, cenk için dizilen orduları ve onların tepelerine sıçan kızıl kuşları
varsa bir defne ağacı ve etrafında uyuya kalmış ve dehşete düşürülüp sarılık edilmişse çirkin halkları
onur korosunun gömüldüğü mezarları sonsuz kemikleri sensiz şafakları şık konakları
deniz diplerinde yaşayan kum cücelerini, ormana bir daha dönmesin diye kulübeye dallarından çivilenmiş cılız çocukları
soylu bir cenaze geçerken dükkanının önünde toy çırağını avuçlayan berberleri, berberler çağını!
kentler arasında gezinen fırtına yüklü umutları eşsiz yıldırımları ah keşsiz kaldırımları
uğursuzluk getiren topraktan kartalları koca burgaçlarını mavi haritaların
arasından bastırır kış uzak dursun kendini yiğit belleyen yardan adamlar, yani boktan adamlar!
yıkmış ağzı köpük köpük bir atın üstüne bütün ovaları nasıl çınlıyor bak boğulup yaşlara
nefes alıp veren heykeller ne görkemli ne de üzgün, çünkü vakit bir gencin vuruluşunu gördü dün
çünkü vakit artık mekanikten tez istifa saatçiler siz de siktir olup gidin peşine bugün bir ölümlünün!
meşum gece sarmış başımıza yaslı gölgesini ha babam yaslar durur göğsümüze kelebekten koca bir namlu
yapma! yap! belki peri doldurur!
açma! kapanırsa bir kez daha kapılar
birkaç ırmak uyanır
uyanır birkaç gemici...
aşkın pırıl pırıl balığını vurdurur!