(tepede) çocuğun yanından ayrıldıktan sonra birden her şey durdu ve içimde, ne olduğunu kestiremediğim -sevince ya da acıya da benzeyen- birtakım duygular canlandı. gecenin içinde çevrem aynı yabansı duyguluklarla yüklü gibiydi. sanırım insanlar en çok karanlıkta duyarlar yalnızlıklarını ve bir tepeden bakınca bütün kentler aynı inanılmaz tekdüzelikte görünür. bu kentin de ötekilerden ayrılan hiçbir özelliği yok. yok, gerçekten yok. bu tepede yıldızlı gökyüzüne başlarını kaldırmış sonsuzlukları, sonsuzlukların ötesini, yürekleri daralarak araştıran insanlar gördüm. elleri tutunacak bir yer ararcasına boşluğa uzanır, yüksek sesle konuşmaktan ürkerek, aynı bilmeceyi binlerce yıldır kimsenin çözememiş olmasında buldukları avuntuyu anlatırlar. ürpertiler içinde, gözlerinin önündeki havayı tarazlar, başların öne eğer, toprağın güven verici sertliğine yaslana yaslana bayır aşağı iner, kentlerine doğru uzaklaşırlar. o zaman arkalarından gözetlerim onları. daracık, birbirine girmiş ışıksız sokaklardan geçecekler, köşe başlarının gölgelerinden çekine çekine, yemek ve lağım kokulu evlerine sığınacaklar. çünkü bir yerde bir ölü vardır. çirkin bir hafız başucunda kuran okuyacak. çocuklar kapı arkalarında meraklı bekleşecek. anlıyorum. çünkü her şeyin birden bitmesi gerek. bir ayrıcalığım yok aşağıdakilerden, belli bir şey. o ışıkları tek tük yanan evlerdeki çocuklar, kadınlar, erkekler, can çekişen hastalar, hafız ve ben, bilinçli ya da bilinçsiz, aynı çabadayız... bir yıldız kayıyor, hep yıldızlar sonsuz uzaklıklar. benden sonra da sürüp gideceğini bildiğim bu toprak korkutuyor beni. sabun köpüğü gibi durmadan genişleyen, yayılan uzayda çoktan yokluğa karışmış insanların bakışlarını yakalıyorum. işık yılı ölçüsüyle hiçbir zaman göz göze gelemeyeceğim insanlar. onların orada, adlarını bilmediğim tanrılarına dönmüş, yakardıklarını görüyorum.

(demirde) bir evde bir kadın sancı çekiyordur. görünüşe göre yapacak hiçbir şey yok. iki bardak şarap, bazı bir duble rakı. bozuk gramafonda çalına çalına sesi silinmiş eski plaklardaki şarkıları uslu uslu dinleyebiliyorsun. farkında olmadan bitişik masadakilerle birlikte pes perdeden katıldığın da oluyor curcunaya. baş dönmesi... o hızla hemen otele gidip yatarsam bir iki saat uyuyabiliyorum. derken kamyon şoförleri akın ediyor odalara. gürültülerine uyanıyorum. yüksek sesle konuşuyorlar, birbirlerine sövüyorlar, kavga çıkarıyorlar ya da horluyorlar. sabaha kadar sürüyor bu. her şeye karşın tekrar sızabilirsem, bu kez de güneşin doğuşuyla birlikte dizel motorların gürültüsüyle uyanıyorum. saat sabahın beşi. büzülüyorum yatağın içinde. görev saat sekizde başladığı için yedi olunca kalkıyorum yataktan. kanlı sümükler, balgamlar bulaşmış lavaboda tıraş olurken, aynada uzamış sakalımı, başıboş, salkım saçak bıyıklarımı görünce bir üzgünlük çöküyor üzerime. bütün bunların sürekli olmadığını düşünmek bile avuntu vermiyor. bir fincan kahve içmeye vakit kalırsa ne iyi. yoksa, aç karnına içtiğim sigaralardan ağzımın içi ağı gibi, gecenin bütün yorgunluğunu taşıyarak. bütün iş insanın içindeki düzenin bozulmasında. hem umutlar, tutkular ve tanrılarla somut varlıklar arasında tehlikeli bir denge kurulmuş. bir kuşkulanmaya görün, bir sorgulara başlamaya görün. hiçbir açıklamanın yetmediği kavrayamadığı uzay içinde, dayanıksız ve ölümlü oluşun sızısı yakalayıveriyor yüreğini insanın. oysa olacak bir şey yoktu ve olmadı. çünkü olmayacağını biliyordum. çünkü kimse gelmedi. hem olabilir ki bütün bunları ben trende değil de, sonradan, burada, laf olsun diye uydurmuşumdur. can sıkıntısından. böylesi daha iyi. olmadık hayaller kuran bir adam değilim demektir. hayal kurduğunu bilerek hayal kuran insan çıldırmış olamaz. biraz tuhafmış der, geçilir.

(oteller yazında) güçlükle doğruldum. deli gibi bir korku yüreğimde. sallanıyorum, bütün dayanımımı yitirmişim. her şey bitecek, bağırmak istiyorum. ileride kalabalık artıyor parklarda, sokaklarda dolaşan bekçilerin düdük sesleri taşıyor. ellerim titreyerek bir sigara yakıyorum, kibritin alevi bıyıklarımın ucunu kavlıyor. yanık kıl kokusu, ölü kokusu... kibrit de sigara da düşüyor elimden. kaçmalıyım, çabucak uzaklaşmalıyım buradan. ensemden aşağı, belkemiğim boyunca şimşek bir gibi bir acı iniyor. soluk soluğayım... çılgınlık bu. yangından kaçan orman yaratıkları gibi gözlerim yuvalarından fırlamış, sığınacak bir yer arıyorum çevrede. karanlık, sessizlik, boşluk...
tümünü göster