bütün tezleri kitap aralarında bırakıp dizinde uyudum, uyandığımda daha berraktı dünya; seni yazmakla sana yazmak arasında kalakaldım, senden önce kesinlikle daha apaçıktı dünyam.

bir aydan fazla zaman geçti, birlikteyiz. bunun sihirli, büyülü bir yanı yok, ama başı ağrıyan bir kişi nasıl ki size anlatamaz ağrıyı, nasılsa çok iyi bilmenize rağmen anlayamazsınız (kavrayamazsınız, hissedemezsiniz) ağrıyı, öyle bir şey bu. kalan sınırlı vakitlerimde denk gelip görebildiğim bırçetler (ve bırçetkalar) soruyorlar nasıl gittiğini, sonsuz bir susma benimkisi, ne desem tarif edemeyeceğimden. elbette ilişkilerin evrensel kümesi vardır ve ruhumuza bir dövme gibi de kazılıdır, elbette türümüzün ve tarihimizin bize bahşettiği sınırlar çerçevesinde insani olan her şeyimiz, elbette aşkı tarif etme girişimilerinin tamamı aşık olamayanlarca yapılmıştır. ben bu kadar kısa sürede onun adını ruhuma kazıyorum, kimseye bir şey söyleyemiyorum.

entelektüel olmanın birinci şartı, diye anlatıyor galiba sartre, "niçin" sorusunu sormaktır. 'niçin', 'ne için'den türetilmiş gibi duruyor, öyle olmaz, çok pragmatist ve çok amerikan 20. yüzyıl başları, sartre böyle çevrilmez. bence o sorunun gerçek karşılığı 'niye' olmalı. 'niye' 'ne diye'den türetilmiş derseniz aklım karışır da siz benim 'niye' ile ne anladığımı tam bellerseniz sorun ortadan kalkar. her birimiz, bireysel ve kolektif olarak, ne bileyim, bir otobüs durağında veyahut pastane masasında bir çocuğun bitimsiz şekilde 'niye' sorusunu yinelediğine denk gelmişizdir. 4-5 yaşlarında bir çocuk yanındaki yetişkine bitimsiz şekilde niye sorularını sorar durur: "niye otobüsün dışı sarı?", "otobüs niye gidiyor?", "niye sarı otobüsler gider?", "niye giden otobüslerin sarısı böyle?" ve sonsuz kere tek başına "niye?", evladın olsa sever misin? halk, kendi evlatları oldukları halde entelektüelleri o yüzden mi sevmiyor, ya niye sevmiyor?

ben aramızdaki 'niye'yi aramaktan vazgeçemiyorum, aramızdaki 'niye'yi keşfetmediğim anlarda da çok mutluyum, ama aramızdaki 'niye'yi aramamı siz sürekli hatırlatıyor ve tembihliyorsunuz; sahi siz nasıl gittiğini 'niye' soruyorsunuz? nereye gideceğini niye merak ediyoruz? mutlu olabilmekten alabileceğimiz keyfi niye sorulara boğuyoruz? bir kadın ve bir erkek, bütün içgüdüleri ve ruhlarının şehvetiyle birleşmek yerine niye sorulara gömerler kendilerini? ilkel atalarımın yanlışı bir kadından aldıkları muhteşem lezzeti (sevişmek değil, vakit geçirmek) çözümlemeye kalkmaları, oradan başlamış bu soru. bir kere olsun inkar edip entelektüelizmi, daha az niye sorusuyla karşılayalım mutluluğu.

ben onu artık somut nesnelere benzetemiyorum ki, mesela ne çiçek adını yakıştırırım ona, ne virgül sıfatını, belki bahar gibi ideası bizde kavramlar... ben onu artık bir yere yerleştiremiyorum ki, tarihselciliğimden geçesi oldum, o kadar anlayamıyorum, o kadar adlandırmaktan imtina ediyorum ki.

beni vurun!
tümünü göster