sevgili still,

volkan'ın ölümü beni çok fazla etkilememişti, taa ki geçen geceye kadar.

volkan üniversiteden sınıf arkadaşımdı. mezun olduktan beş sene sonra kanser veya onun benzeri birşey olduğu haberini aldım. hastalığı tam olarak neydi bilmiyorum. haber aldıktan sonra ziyaretine gittiğimde hastalığı hakkında birşeyler anlatmıştı ama gayet iyi göründüğü için can kulağı ile dinlememiştim onu. midesiyle ilgiliydi problem. ama işte, sanki neşelenmesine ihtiyacı varmış gibi espri yapmaya çalışmam yüzünden ne sebeple öleceğini dikkatle dinlememiştim. ölecekti. bunu o da biliyordu. herkes öleceğini biliyor still. ama hayat bunu ne sıklıkla unuttuğunla ilgili birşey.

sonra bir gün telefonum çaldı. çok rahat yalan atabilirdim. ama neredeyse bütün sınıf cenazede olacakmış. cenazeleri sevmem still. buna rağmen uzun süredir görmediğim arkadaşlarımı görme fırsatını kullandım ve arabayı uzağa parkederek bir köşede namazın kılınmasını ve tabutun kaldırılmasını bekledim. sonra tabutun peşindeki, yaşasaydı volkan'ın gurur duyacağı ufak çaplı kalabalığın en arkasındaki yerimi alıp arkadaşlarımı kalabalıkta aramaya başladım. tabutu araca bindirip gönderdikten sonra üniversitedeki yakın arkadaşlarımla başbaşa kaldık. biraz ayakta sohbetten sonra dağıldık. onları tekrar görmek güzeldi. sonra belki de üniversitede kendime en yakın hissettiğim, ama sonra nedendir bilinmez koptuğum bir arkadaşım olan aydan'la birer kahve içip geçtiğimiz bir kaç yılın özetini geçtik birbirimize. o bana neden evlenip boşandığını anlattı. ben de ona arkadaşımın ölümüne neden bu kadar duyarsız kaldığımı anlattım. telefon numaralarımızı yeniledikten sonra ayrıldık.

volkan'ın ölümü hakkında hatırladığım en net şey, aydan'la olan otuz dakikalık bu kahve sohbetiydi. taa ki geçen geceye kadar.

richard dawkins, "enemies of reason (mantığın düşmanları)" isimli belgeselinde ölülerle iletişime geçtiğini iddia eden bir medyuma, ölülere neden çok banal sorular sorduğunu açıklamasını istiyordu. gerçekten de still, bir medyuma gidip büyük dedenle iletişime geçmesini istediğinde, medyum büyük dedene gayet banal sorular soracaktır. ve tabii ki, aslına dolandırıcını teki olduğu için, dedenin bırak ruhuyla, gayet somut bişey olan ayakkabısıyla bile iletişime geçemeyeceği için bu banal soruların banal cevaplarını yine o kendi dolandırıcı götünden atacaktır.

"yerinde rahat mısın? rahatmış. yaşayan birine kızgın mısın? aileden bir kadına kızgınmış, öyle söylüyor. bizden bir isteğin var mı? torunu daha fazla kuran okusunmuş"

bu gibi sorular yerine neden "ölü olmak nasıl bir duygu?" veya "evrenin tamamını görebiliyor musun? evrenin tamamı nasıl gözüküyor?" gibi sadece ölülerin cevap verebileceği sorular sormuyor medyumlar? richard dawkins bunu soruyordu işte.

ben de geçen gece rüyamda volkan'ı görünce bu soruları sordum. yanımda çok tatlı bir kız uyuyordu. yanımda tatlı kızlar uyuyunca rüyalarımdaki tatlı kızlar kontenjanı kapanıp ölü insanlar kontenjanı açılıyor demek ki.

volkan, "ölü olmak nasıl bir his" soruma cevap vermedi. sadece elime bir kağıt tutuşturdu. "bunu sen yazmıştın" dedi. kağıda baktım, okudum ama ne yazdığını anımsamıyorum. şimdi, o kağıtta ne yazdığını deli gibi hatırlamaya çalışıyorum.

sana daha güzel bir mektup yazmak isterdim ama dedim ya, o kağıtta ne yazdığını hatırlamaya çalışıyorum. kafam bununla meşgul. hatırlarsam bunu ilk sana söyleyeceğimden emin olabilirsin. belki böylece neden adam gibi şeyler yazamadığım hakkında kendimi affettirebilirim.

edebiyat ölüyor still. biz de katılalım. yedi kişi ve üstü linç sayılıyor.

kalplerimizle,
we

27.04.2013 - doğu ankara
tümünü göster