tez 1: kendi kötülüğüm ve kibrimden sadece ben sorumluyum.

ben asıl en çok ellerinize takıldım (omuz gamzelerini saymazsak) ve konuşmuş sayılırız bunları. ben kendi ellerimin çirkinliğiyle esaret altına alınabilirim bir çocuk bile bağlar beni kolayca kime desem, bu kadarına inanamaz, bir sosyalist afişten başka ellerime değer veren biri olduğuna, kim bile inanmadı. bütün eller belki benzer birbirine, belki güzel el yoktur, belki sadece tutmak bir hünerdir ve güzelleştirir insanı; elleriniz güzel ve beceriklidir, bana inanmayın.

tez 2: kendime ettiğim kadar kötülüğü kimseye etmem mümkün değil ve buna inanırsam bir canavarım.

sonra öpüşmek bile bir hüner, en az birkaç zamanda öğrenilir bir dudakta ve benim ağzımda az şarap, az bira, bazen rakı ve çokça sigara. bundan daha önce utanıp utanmadığımı hatırlayamayacak zamandayım, zamana dair metafizik yorumlarımız aramızda kalsa da onlara bile çok acayip bozulacak kafadayım. kıymet, doğadaki herhangi bir şeyin emekle işlenmesi sonucu oluşur, kıymetlimisss, kalbinize bu kadar kötü kokular eşliğinde dokunmaktan utançtayım.

tez 3: aslında bu seferlik kendimle olmayan bir imtihandayım ve kopya çekmek geçersiz ve bu kadar güvenmeden kendime: ders çalışmalıyım.

sıra ne vakit beyazlığınıza geldi, ne ara aklıma girdi ve aklımdan geriye animasyon bir çalılık bıraktı hanımeli kokuları. nasıl oluyor da sevdiğimiz, beğendiğimiz bir kokuyu google'da aratıp bulamıyoruz, nasıl oluyor da bunu kodlayamıyoruz. nasıl bir zaman, en taze ve bizden kalan duyumuz koklamak olabiliyor, hangi ara döndük ilkel zamanlarımıza bu kadar... ve dokunmak, sizi tanıyamam, haddim sayılmaz, ben dokunurken sonsuz mavi görüyorum, arama motorunda yabancılaşmış bir mor ve biraz da sümbül rengi buluyorum, nar çiçeği berhudar olsun, ona sözüm yok.

tez 4: kendime bir kere daha güvenirsem kendimi bir köprüden atacağım; o köprü setbaşı köprüsüdür, lütfen çiçeklere bakmayın.

nerenizden ve neyinizden bahsetsem gülüm, kendimi bin kere alçak hissedeceğim. kimseyi kandırmıyoruz burada, bir kez daha en kurtlanmış elmaları şekerle kaplamıyoruz, kaplamayalım: göbeğimi içeri bile çekmeyeceğim. beyaz kocaman bir tavşan görüp yürüyorsunuz, orada asılı karınca duası, giriş kapısının hemen üzerinde. siz kendi varlığınızın sarsılmaz duyularına ziyadesiyle güveniyorsunuz. kötü bir espri, klişe bir fıkra değil bunlar size göre, benim içinse er geç gerçeklerin ortaya çıkacağı bir trajedi. bir morg yatağı kadar soğuk endişelerim ve lütfen balkon kapısının sağanak sesleri içinde bana birkaç kelime daha fısıldayın.

11. tez: kendimi yorumlamayı bırakıp kendimi öldürebilsem, bütün dünya daha filozofik bir yer olurdu ve filozoflar kendilerini sikmişler, haberleri yok.
tümünü göster