"sen hiç gözüktüğün gibi görünmüyorsun."
ortaokul ve liseyi aynı okulda okumamdan mütevellit, binanın her yıl rengi değiştirilen tüm betonarme duvarlarıyla babamın oğlu gibi samimiyet kurmuş olmam hoş görülmelidir.
asıl önemli olan okulun duvarlarından daha demirbaş bir edebiyat öğretmeninin, kursağımın orta yerinde düğümlenmiş olmasıdır. kendisinin edebiyat'ı değil ama, iri kıyım adamların sempatik duruşlarını ben ve okul arkadaşlarıma sevdirebilmiş olması, sanırım benim dışımda bir çok kişinin gözünde de takdire şayan bir harekettir.
ökkeş hoca iki metreye bi metre boyutlarında, garip bi insan yapısına sahipti, ve muhtemeldir ki tam evrimini tamamlayacakken gerçekleşen bir karmaşa sonucu yeryüzüne inmişti.
erkek öğrencilere "sen", kızlara "siz" diye hitap eden, romantik, her yazılıda burnunda maden arayan, bıyıkları orta asya bozkırı kokan, tek eliyle birkaç öğrencinin "ümüğünü" rahatlıkla sıkabilecek güç ve kabiliyete sahipti.
adam bize hiç sabahattin ali'yi anlatmadı, turgut uyar okumadı, yaşar kemal'in adı dahi geçmedi onca yıl, dostoyevski kelimesi ağzının kenarına bile değmedi, kafka mı o da kim?
ökkeş hocanın edebiyat akımı, okul dergisinde sovyetler birliği'ne nasıl laf giydirsem, yedi yıl boyunca bıkmadan-usanmadan nasıl oğuz kağan destanını aynı sınıfa yedirsem, ne yapsam da bu çocukların zihnine komunist yazarları değdirmeden pas geçsem sorularının ortaya harmanlanmış bir bütününden ibaretti.
ki uygurlar bizim 11-tm-b'de yerleşik hayata geçmiştir, arayıp sorabilirsiniz.
"failatün failatün failün"lerden, "koşa koşa koştum" larına kadar yedi yıl boyunca kurduğu hiçbir cümle edebiyat adına bi bok öğretememiştir belki ama, adamın her dersinde çizdiğim resimler, bugünkü kişiliğimin oluşumunda önemli rol oynamaktadır...
zira araba resmi çizmek, o ders için üzerine atlayıp kaçacak bir vasıta arayışıydı, oysa bizim sınıfın kapısında kapıkulu askerleri hazır beklemekteydi.
okula ilk bilgisayar geldiğinde, labaratuarda tüm öğretmenlerin arasında şarteli indirip; "baktım hele ne işe yarıyor?" sorusunu soran, yazılı da "noldu lang zorlanıyong mu?" diye sırıtan, :"dekmiği vurduğum bille sizi camdan dışarı atarım, yemin billah ediyorum sizi eylüle getiririm!" cümlesini kurabilme başarısını gösterebilmiş, yaptığı sınavda "ne bileyim lang ben hepsi olabilir..." diye çoktan seçmeli cevaplandırma yapan, lakin inatla ve hırsla müfredatın dayanaklarını bize dayayan sevgili öğretmenim...
bizim dönem, ökkeş hocanın öğrencisi olup ta, edebiyat sevmeyen kimse acı çekmedi. sonradan sonraya varolan durumdan sıyrılıp, bir şeyler okumayı öğrenen ve sevenler yanıldılar. ağlak bir mezuniyet töreni olmadı belki ama; edebiyatı, ökkeş hoca'nın anlatmadığı gibi yorumlayanlar insan oldu, geri kalanlar bozkır ortasında taşlaştılar...
ökkeş hoca iri kıyım, betonarme bir adamdı, ama erol taş gibi değil.
şimdi düşünüyorum da, bir gün o şehre dönersem, bir yerlerden bulmalı ve tanıdığım, tanımak zorunda bırakıldığım edebiyatçı ökkeş ve bütün betonarme öğretmenlerin karşısına geçmeli ve haykırmalıyım:
"raskolnikov ölmedi, kalbimizde yaşıyor..."