sesine taşınıyor zamanlarımızın zorluğu da -yanlarına biraz pirinç lapası bile almayacak kadar hazır cevap üstelik.
sesine taşınacaktı zamanlarımızın zorluğu da -niyeyse öğrenemedik nohutla kahve kaynatmayı.

"bak birader" demiş delikanlının biri, gözünün kestiği terso olmadığı belli bir tinerci evladını bulunca, "hak yola dönsen gene puştluk ederiz sana gerçi de belki haktan rahmet kazanırsın" bunu söylediğinde kalabalıkçana bir yerdeymişler. tinerci bir çapına bakmış, bir karşıdakinin çapına "efendin sana ekmek veriyor ama boynunu mu bağlıyor?" diye sormaya bağlayacakmış konuyu, kafayı toplayamamış. beriki nasihat üzerine nasihat. moritanya ülkesi işte ilk tinercisine tam olarak bu hikayenin ardından kavuşmuş, oranın -tineri de ucuz mübarek- bir okulunda olimpiyatlara çocuk yetiştirmeye yönelmiş, kafayı toplayamadığından çocukca'zlar öğrenememişler eliften sonraki harfi.

yokluğumuza ağlayacak kimse yok, ama çekip gidemeyeceğimiz de çok bizden belli be benim küçük sofyam, kara sofyam, koca gözlü, güzel sesli sofyam. bizi alacak olan çıksa biz bıkmamışlığımızı mı alacaktık sırtımıza yoksa çarşıdan aldık bir tane,cevap veriyorum nar, bizi isteyene çeyizimiz ne ki, memnun değilse cehennemimizden, cennet bize pek dar.

muktedir gayretkeşliğiyle övüyormuş bir şeyleri adam tezgahta, yanındaki tezgahta sütyen satarken üstüne giyinen sakallıya dönmüp kızmış: "utanmaz mısın bre, erkek adam, erkekliğinle alay etmeye?" öbürü oralı değil, sesleniyor çevreye, satışlar iyi ya. bir derken, iki derken, üç derken, dördün de hatrı kalmadan, kızmış muktedir övücü, ağdalı konuşmuş. sütyenci bakmış işin sonu yok "bre," demiş "sen de haklısın birader, lakin yol ve köprü ihaleleri takmıyor ki bunları", devam etmiş sırtında kederli bir kahkaha "ikizlere takke, ikizlere takke, yakında üçüz olacak, olmadan alın bir tane, ikizlere üçüzlere takke, takkeeeeeey!"

bak mesela benim sevdiğim bir hava var, yağacak gibi yağmur ama yağmamış, gıpgri mesela hava, klarnetle çalınsa ne süper olur, bak mesela ben çok severim klarnetle akordeonu, bir de seni dinlemeye bayılıyorum, keşke bir ara bana dönüp iri kızgın gözlerini birden sonsuza kadar saysan sadece, inan dinlerim ve inan gerçekte sözünü kesmeyecek kadar çok konuşuyorum.

paşanın biri alınmış...
la o başkaydı.
neyse madem paşanın biri alınmış, hesap kitap, savcılık, mahkeme, tanıdıklar adliyede, aramamışlar fakat eski dostlarının bazıları, paşa bir rüyaya yatacak olmuş o gece, ramazan zamanı rakılı kokteyller ve çokça kemik varmış aralarda, paşa tanıyamamış künyeleri bulunamadığından.

gidesin var, benim yok değil, ama çok mişliğim de olduğundan biraz tedirgin. bir balkon bulsak diyorum, yazın serin, kışın çok güzel konstrüksiyon döşenirim ben, sen bile şaşarsın. bu arada şaşar mısın ki, bunu büyük yeminler eşliğinde merak ediyorum.

adam demiş ki adam, "çok karşıyım insanların sessizliğine, ne varsa içlerinde söyleyebilmeli insanlar, yani isterim ki en olmayacak insan hoşlanıyorsa benden, itiraf etsin bunu, içinde kalmayıp..." adama demiş ki öbürü "hoşlanıyordum senden", "o kadar değil" demiş öbürü "benim dediğim ispanyol olmalı en azından, hatta italyan"... bilim üç adım gerilemiş gene.

bil bakalım "er kime?", durduğun kadar daha dur da sesini ipe dizip kışlık edecek zamanım kalsın, yapar mıyım, kesin, yapacak mıyım, bir kere siz adım atsanız sofya, çok mu olur o kadarı?
tümünü göster