gideli daha iki gün olmuşken, erkenden nöbet nöbet gelen bu kederde nedir?
tek hissettiğim hüzünle yoğrulmuş bir çıplaklık içinde oluşum.

ruhumun mahremini örtmekle kalmıyor, nasırlı düşlerimi iyileştiriyorsun. ancak seninleyken olmak istediğim kişi olabiliyorum. ruhumu beslemekle kalmıyor, tıkanan düşlerimin katığı oluyorsun. bazen ölür gibi oluyorum.
her seferinde beni yeniden doğuruyorsun. beni her doğurduğunda senin dilini öğreniyorum, bu aşkın kayıp dili oluyor. her defasında ayrı harflerle, ayrı mimiklerle, ayrı hislerle. her seferinde bambaşka hayallerle.

sonunda sloganım değişiyor ve bağırıyorum "anadilde sevişmek istiyorum". herkes anadilde sevişmeli. serçe parmağına dokunuyordum içim ürpererek, çünkü ilk harftir o. gerisi bulanık şimdi. neden gittin?, bu soru daha da bulanık.

aşkın dilini bilmeyenler, el yordamıyla yaşanan aşklar kabusunda yaşamaya mahkum edilmiş. bu haberle sarsıldı sana endeksli bütün kurlaşma otoritem. hatta nesli tükenen aşklar enstitüsü kurulmuş senin ayak izine. yağlı ilmek geçirilmiş bir kaç şarkı sözüne ve yelkovana asılmış. geriye sadece topuk seslerin kalmış ve de tik tak tik tak. bir saat, bir sen, bir saat, bir sen, sadece saat. artık zihnim de bulanık.

anlamlar kaygan bir zemin şimdi ayaklarımın altında. denge sorunu yaşıyorum son zamanlarda, pek sık görülen bir hastalık değil biliyorum. gerçekliğini yitirdiğini hissettiğim fazla şeye sahibim. sanırım sırf bu yüzden kaybım çok büyük oluyor. aşınıyor sürekli bir yanım, kum adamı canlandırıyorum bu karede ve sonrakinde. dengesizlik kutsanmalı belkide. denge hep ölümü çağrıştırıyor, dengesizlik yaşamı. gidişinde bile yaşam fışkırıyor olabilir ama neden gittin? anlamıyorum çünkü hala zihnim çok bulanık.

gideli artık üçüncü gün. aşkın gizli bir alfabesi ve dili vardır biliriz de diğer taraftan açık seçik bir de matematiği vardır. gidişinin üçüncü günü oldu. bulanık değil artık. gitmek. üç. rakamlarla bir mekik dokuyorum, belirsizliklerden netliklere, netliklerden sana, senden düşlerime. bir felaketi beklemek gibidir bu veya bir geri sayımı başlatmak gibidir. felaketi yaşamak değil ruhu bitiren, felaketin ayak seslerini dinlemek ve ne zaman geleceğini bilmeden beklemektir ruhu yıpratan. felaketim olmadın belki, ama felaketim olabileceğin düşüncesi işkence olmuş ruhumu yoklamakta. işte bu çok net.
tümünü göster