karaya vuran cesedi, denizden geldi diye, yani hızır aleyhisselam'ın yakınıdır diye kutsadılar. ismini deniz baba anlamına gelen bahri baba koydular ve gömdüler.

annem her sene hıdrallezde bize denize atılacak bir dolu şey verir. her sene bunları keyifle denize atarız abimle. ben çocukken anneme çok inanırdım. gerçi hala inanırım. ama çocukken daha çok inanırdım. yani ben pişmiş peynir sevmem (denatüre olmuş protein tadından ötürü). annem yaptığı böreğe peynir koymadığını söylediği zaman, içinde peynir olduğunu bilir, buna rağmen yine de yerim. anneme inanırım çünkü. yani annem beni, yardıma ihtiyacı olan insanların karşısına çıkıveren ve yardım ettikten sonra olağanüstü bir vakurlukla orayı terkeden, teşekkür bile beklemeyen hızır aleyhisselam diye birinin var olduğuna ciddi ciddi inandırmış.

şu peynir meselesinin tam tersi yani. var olmadığını bilir, buna rağmen annem dedi diye inanırdım.

birisine gitseniz, "bugün yardıma ihtiyacı olanların karşına bir anda çıkan, yardım ettikten sonra bir anda ortadan kaybolan, teşekkür etmenize bile fırsat vermeyen biriyle tanıştım. ismi ercan. kartını verdi. bu da kartı" deseniz karta rağmen kimseyi inandıramazsınız buna.

proteinlerin denatürasyonu olayına gelirsek: okuldaki gıda kimyageri hocam "bazı insanlar ısınmış süt, pişmiş peynir filan sevmezler" dediğinde, içimden "ulan nedenini de söylese bari" demiştim. şimdi çıkıp herkesin ortasında "ben sevmiyorum hocam. o kişi benim. bunca kişi arasında ısınmış süt sevmeyen bir tek kişi var. o da benim." diyip de çıkılmaz ki artist artist.

bir şeyi seviyorsun (veya sevmiyorsun) ve bunun nedenini bir başkasından öğrendiğinde orta sınıf bir epifani yaşıyorsun.

"çünkü" diyor hoca, "sütteki proteinler denatüre olur. denatürasyon tersinmez bir tepkimedir. geri dönüşsüzdür. proteinler ısınınca denatüre olur ama soğutulunca eski haline dönmez. aynı kaynatılan yumurtanın sertleşmesi, ama soğutulunca cılık haline dönemesi gibi."

(olayı buradan entropiye bağlarım ama hiç gerek yok buna şu an. konu bambaşka)

demek ki ben denatüre olmuş proteinleri sevmiyormuşum. bu yüzdenmiş ısıtılmış peynire olan bu uzaklığım

*************

işte daha önce liseyi kazanmak istediğimi, üniversiteyi kazanmak istediğimi, okuldan mezun olmak istediğimi, askerliği bitirmek istediğimi filan yazıp denize (sonuncusunu sakarya nehrine) atıyordum. bunlar zaten kendiliğinden olacak şeyler olduğu için hızır aleyhisselam'ım pek bir ilk defa geçen hıdrallez'de ne dileyeceğime dair hiç bir fikrimin olmayışına dair dehşete düştüm.

arkadaşım sırtını döndü. aldım kalemi eline. dileğimi yazdım. sonra ben döndüm o yazdı. meğerse evlenmek istiyormuş kız sevgilisiyle ha. bunu sonradan öğreniyoruz. dileği gerçekleşti. benim dilekse ya çok aceleye geldi, ya da hızır aleyhisselam tarafından fazla ciddiye alınmadı, tanrı'ya iletmeye değer görülmedi. alelacele, fazla düşünmeden yazılmış bir dilekti, belki de bundandır. yalan yok, çok da inanarak atmamış olabilirim. gerçekleşmedi.

hala aç çocuklar var dünyada.

**************

nasıl olur da hala bir kızdan bahsetmedim? uzun uzadıya neden başka şeylerden bahsediyorum? bu, gözlerini betimlerken uzun kirpiklerinin de bir türlü bitmeyişine, gözlerine bir türlü sıranın gelmeyişine; veya onu omzuma yatırıp ona yunus peygamber'in gemiden konuluşunu anlatışıma; veya denizden gelen herşeyin kutsal oluşuna; veya denatürasyona; veya tüm evrenin bir zamanlar bir soda şişesinin içine sığışını düşleyişime benzer.

o, ben birilerini dinlerken, benim onları dinleyişimi dinler. sonra şirin şirin gelir, ben birilerini dinlerken, benim onları dinleyişimi dinlediğini söyler.

hıdrallez dileğinin dolaylı da olsa gerçekleştiğini birinin sana sadece tatlı tatlı uyuyarak hatırlatması orta sınıf bir epifani değil, olağanüstü bir epifanidir.

ben ona sarılınca, saye-i mujganında dinlenirken yani, dünyanın tüm aç çocukları tok yatmıştır belki en azından o gecelik.
tümünü göster