''altın prangalar demir olmalardan çok daha kötüdür''

mahatma gandhinin bir kelamıdır. gandhi'yi severim. şiddete başvurmamasını, düşmanından bir araba dayak yese bile direniş göstermeyerek düşmanın utandırarak madara etmesini severim.

mahatma gandhi zannedersem bu kelamı söylediği vakitler 1930'lardı. o vakitler ramsay mcdonald hükümeti ingiltere'de hüküm sürüyordu ve hindistan'a federal egemen özerklik vermeye karar vermişti.

winston churchill ve bir çok kişi bu kararı protesto ediyordu. çünkü onlara göre bir ingiliz egemenliği olmadan hindistanda hindular ve müslümanlar birbirine girecekler kastın en aşağı bölümünü oluşturan sayıları 60 milyonu bulan dokunulmazlar ayvayı ağacı ile yiyeceklerdi. ayrıca zeki yöneticiler olan rajalar egemenliğinde hindistan rüşvet beceriksizlik at başı gidecek ve belki de hindistan yeniden fetih edilecekti. ingiltere manasında askeri bir operasyon gayet zor olacaktı.

o vakitler bir veba gibi yayılan silahsızlanma ingiltere'yi askeri güç olarak üstünlükten küme düşme hattına yolmak üzereydi. bunun üzerine versailles antlaşmasını ciklet gibi çiğnemeye başlayan yükselen güç almanya ve ingiltere tarihinin en beceriksiz iki politikacısı stephan baldwin ve ramsay mcdonald'ı eklersek durumun vehametini anlayabiliriz.

nehru ve gandhi müzakere için birleşik krallığın atamış olduğu yetkili lord irwin ile müzakereleri yürütüyorlardı.

nehru ve gandhi kesinlikle tam bağımsızlık istiyorlardı. müzakareler sürdü gitti ve bu arada müzakareler sürerken hindistan için için kaynamaya başlamıştı.

yılların vermiş olduğu bıkkınlıkla şihler ayaklanmaya başlamış sık sık mal ve can kayıpları oluyordu.

nihayetinde gün geldi devran döndü hindistan bağımsızlığını kazandı. ikinci dünya savaşı yorgunu ingiltere hindistan'ı azat etti.

azat etmesiyle beraber hindistan ikiye bölündü ondan sonra ortalık harman dalı oldu vesaire vesaire...

ancak ve ancak hindistan'ın ve dolaylı olarak pakistan'ın gün yüzü görmesi bağımsızlıklarından 60 sene sonrasına tekabül eder.

peki bağımsızlığını kazanmasaydı hindistan şimdi ne olurdu? gün yüzünü görmeleri daha çabuk olurdu. çünkü var olan güdüleyici güç onları birbirini yemekten alıkoyup ilerletirdi.

kişinin dehasının çoşması ancak kontrollü yalnızlıkla mümkün olur.

kontrollü yalnızlık kişinin istediği zaman yalnız kalabilmesi bir hayvan misali kişisel ini olmasıyla mümkündür.

gelgelelim ki hindistan beter üstünde yaşadığımız topraklar bunu pek mümkün kılmamaktadır. günden güne boşluklar dolmakta söyle ağız tadıyla gecenin bir köründe yolun ortasında yürümek ne yazık ki mümkün değildir. malum yollar hiç bir zaman boş kalmamaktadır.

işte bu yüzden dolayıdır ki türkiye cumhuriyeti beyin gücü ve kültür olarak amatör kümede cebelleşmekte var olan küme atlatmak isteyenler ise agara gogara ile yeksan olmaktadır.

bu ülkede kutupları değişmiş olsa bile hala devam een 80'lerden önceki ilkellik devam etmektedir. maltepe sigarasında swastika arayan zihniyetle trt logosunda lenin kafası arayan zihniyet.

bir de zihni sinir vardır ki bunun konumuzla alakası yok.

bu sarf ettiklerim malumu ilan etmekten gayrı bir şey değildir. ama ne yapalım insan yazı yazmak isteyince konu bulamayınca güncel konularda ilgisini çekmeyince tekrerür etmek zorunda kalıyor.

bütün bunlara rağmen yazı yazmak bir alışkanlıktır. nasıl ki doktorluktan vazgeçemeyen bir kimse koltuğun nabzını tutarsa konusuz yazmak ise budur.

ne yapalım meraksız bir toplumda yaşıyoruz ve koşar adım sınıfta kalmaya bu toplum yazgılı.

toplumsal kurtuluştansa kişisel kurtuluş her zaman evladır.

yazımı adetim olduğu üzere bir şiirle bitiriyorum. yok bu sefer öyle olmayacak ben bir değişiklik yapıp fıkrayla bitireceğim;

ünlü roma imparatoru neron, yaş gününü kutlarken keyfetmek için bütün roma'yı ateşe vermiş ve binlerce köleyi de, zafer yolu'nun her iki kıyısında çarmıhlara gerdirmişti.

roma alev alev yanarken, yaş gününün tadını ballı petekli çıkarmak isteyen neron da; bir savaş arabasına binip, iki tarafında sırayla çarmıha gerilmiş binlerce kölenin bulunduğu zafer yolu'ndan geçmeye başlamıştı. ve o sırada bir ses duydu. gerildiği çarmıhın tepesindeki kölelerden biri, bir şeyler mırıldanıyordu.

neron merak etti kölenin ne mırıldandığını. bir merdiven getirtip kölenin yanına doğru çıktı ve kulağını uzattı köleye. köle son bir kez daha mırıldandı: - iyi ki doğdun neron...