- hadi simit atalım.
martılar vapurun etrafında süzülüyor, rüzgar gülümseyen yüzlerine vuruyor, soğuktan buz kesmiş elleri simitten birer parça koparıp gökyüzüne savuruyordu. uzakta görünen konteynırların alacalı renkleri, bu gri manzaraya uyum sağlarcasına, bulanık bir renk cümbüşüyle katkıda bulunuyordu.
- hayır yapma!
esma, en çok cuma'ları seviyordu. dizlerinin dibine indirdikleri naylon poşetleri gibi dinleniyorlardı belki. en çok bugünü seviyorlardı çünkü; o günlerde başka insanlar görüyorlardı. gecenin geç saatine dek izliyorlardı. birbirlerine şiir okuyanlar -belki şairler-, müzik dinleyenler, müzik yapanlar, sohbet edenler doluşuyordu karşıya geçmek için vapura... onlar da önce satışlarını yapıp sonra gelip geçenleri, binip inenleri izliyorlardı... iki kıta birleşiyordu ve dünyanın sonsuz sanılan ayrılıkları belki de işte burada son buluyordu...
gece, ümraniye'nin yolunu tutuyor, tüm o alacalı dünyadan uzak, birer ahşap gıcırtılı zamanın orta yerinde buluyorlardı kendilerini.. çatı katındaki evde, alt kattaki kadına bırakılmış çocuğu alıp gülümseyişlerle, sebepsiz sevinçlerle dolu yaşanıyordu her gece...
kadim en çok mahalledeki dik yokuştan aşağı, kendi yaptığı tekerlekli tahta kaydırakla sürüklemeyi seviyordu umut'u... belki, yaşamadığı çocukluğuna armağan ediyordu şimdiki sevinçlerini...
umut... insanın çocuğuna takabileceği en güzel isimlerden olmalı... ne büyük beklentidir... yada ne acıdır, artık kaybetmemek için bir isme gerek duyulması...
mardin'den bir tırın kasasında geldiler... yırtık bir battaniyeyle, bir parça ekmekle, yarım bırakılmış umutlarıyla bir de...
koca tır geceyi bölüyordu... ay ışığında sallanıyordu vidaları... gözleri parlıyordu bir de... bir tek gözleri...
esma, ümraniye çarşısına yakın bir ara sokakta çalıştığı atölyeden çıktı yine o gün. bir bankanın önünde buluştular. gülüştüler. tıpkı her günkü gibi. elini tuttu. başörtüsünü düzeltti. birer kağıt helva aldılar. gülüştüler.
kırmızı bir otobüs kalabalık caddelerden geçti. ilk günkü gibi parmaklarını birbirine sürdü. ne yapacağını bilmezmişçesine...
vapur iskelesinde martılara baktılar uzun uzun. hiç martı görmemişlerdi öncesinde. oralarda turna olurdu. belki anka... deniz bir umuttu işte... martılar bir umut...
birkaç patik sattı esma. sevinçle elinde tuttuğu eskimiş paraları gösterdi uzaktan önce.
- hadi simit atalım.
martılar vapurun etrafında süzülüyor, rüzgar gülümseyen yüzlerine vuruyor, soğuktan buz kesmiş elleri simitten birer parça koparıp gökyüzüne savuruyordu. uzakta görünen konteynırların alacalı renkleri, bu gri manzaraya uyum sağlarcasına, bulanık bir renk cümbüşüyle katkıda bulunuyordu.
sonra sustu. boğazı düğümlendi.
kadim anlamadı. arkasına döndü. elini daha sıkı tuttu. karşısında gördü üzerlerine çevrilmiş ondörtlünün karanlık ağzını. bir ses bütün martıları dağıttı sonra:
- hayır yapma!