sevgili still,

sana uzun süredir mektup yazmamış olabilirim. ama sen de az çok yaşamımda neler olup bitiyor biliyorsundur. haberleri geliyordur sana. bildiğin gibi işte, zombi kovalamalar, güzel kız sevmeler, yolda bmw'lerle kapışmalar (yenilmeler), hislerime sözcük bulmaya çalışmalar, kitap yarım bırakmalar, sigara içmeler. bırakamadık şu mereti.
insan en zor kendini affedermiş. sigarayı hala bırakamadığım için kendimden özür diledim. "eeee ben söyledikten sonra dilenen özrü yemişim ben"

bu gezegen üstünde doğdum ve kütle çekiminin de katkılarıyla hala üstünde duruyorum still. aslında ben bir toz tanesiyim dünyanın büyüklüğüne bakıldığında. dünya da koca evrene bakıldığında bir toz zerresi. peki biz bu kadar önemsizken, istek ve arzularımızı önemli yapan nedir? müziği icat etmiş olmamız mı? matematikten anlıyor oluşumuz mu? nükleer silahlar mı? konuşabilen yaratıklar olmamız mı? ne?

ben ilkokul dörtteydim. birgün karşıdan karşıya geçerken sağıma soluma bakmadığım için sağdan gelmekte olan bisikletliyi görmedim. adam ayağımın üstünden geçti. durdu. birşeyimin olup olmadığını sordu. birşeyim olsaydı söylerdim. (insanlar birşeyleri olursa söylemeliler) ama yoktu. acı çekmiyordum örneğin. en fazla biraz şişecekti ayağım.gel gör ki, adam gittikten sonra oturduğum yerden kalkıp yürümemle beraber büyük acılar çekmeye başladım. bir arkadaşım doğum gününe yetişmek için önden önde hızla koşarak uzaklaştı. bunun için özür dilemeyi de unutmadı. çok içli çocuktur, çok! öteki arkadaşım benimle beraber yavaş yavaş eve kadar yürüdü. hatta sonlara doğru iyice yürüyememeye başlayınca koluma filan girmeye çalıştı. bir yandan da ağlıyorum çocuklar gibi. böyle böyle eve kadar yürümüşüm. iki kat da çıkmışım üstelik. sonradan öğrendik ki, ayak kemiklerimin hepsi tuz buz olmuş. morarmamış da. bildiğin kararmış ayak.

kırık bir ayakla 2 kilometre yürüdüm ben still. 11 yaşındaydım.

sonra benim ayağımı alçıya aldılar. bu haldeyken, evde canım sıkılıyordu. satrançtan zerre anlamam. o zamanlar da anlamazdım. yine de dolabın en tepesine tırmandım alçılı ayaklarlarla. satranç takımını indirdim. bir güzel yerleştirdim. açık renkli kareler sağ alt köşeye gelir. bunu biliyoruz elbette. sonra abimi çağırdım. karşılıklı satranç oynayıp oynamayacağımızı sordum. kesin ve net olarak satrançtan anlamadığını söyledi. e sen anlamıyorsun. ben anlamıyorum. annem babam da bilmez satranç filan. ne sikime duruyor bu satranç takımı bu evde?

hayatımda çözemediğim bir konudur o satranç takımı.

birkaç kez daha ısrar ettim, hatta duygu sömürüsü yaptım. insanlara istemediği şeyleri yaptıramıyorsunuz. bunun bir yolu yok. ama ne istediğinizden de haberleri olması iyi birşeydir. ne düşündüğünüzden haberleri olması iyi birşeydir. bu yüzden konuşmayı icat ettik. sofrada sefil bir tuzluğu isterken bile konuşmaya ihtiyacımız var bizim. abim benle satranç oynamayı kabul etmiş olabilir, olmayabilir de. şu an hatırlamıyorum. ama her nedense satranç oynamak istediğimi hatırlıyorum. satranç oynadığımı hatırlamıyorum. bunun bir önemi yok. peki biz bu kadar önemsizken, istek ve arzularımızı önemli yapan nedir? müziği icat etmiş olmamız mı? matematikten anlıyor oluşumuz mu? nükleer silahlar mı? konuşabilen yaratıklar olmamız mı? ne?

tabii hepimiz hayal kırıklığına uğrayabiliyoruz. bu dünyadaki en kötü insanlar için bile geçerlidir. eminim hitler bile daha fazla yahudi öldüremedi, devasa fırın projesini hayata geçiremedi diye hayal kırıklığına uğramıştır. hayal kırıklığının en olağanüstü tarafı, daha önce defalarca yaşamış olmamıza rağmen her seferinde sanki ilk kez yaşıyormuş gibi hissetmemizdir; ki başka hiçbir insani duygunun böylesine muazzam bir özelliği yoktur. hayal kırıklığına uğradığımızda şaşırırız. halbuki daha önce başka bir nedenden dolayı yine hayal kırıklığına uğramışızdır. ama daha önce de tattım ben bu duyguyu diye önemsizleştiremeyiz hayal kırıklığımızı. ne yapar ne eder oturur boğazımıza. sevgi duyduğumuzda mesela bunu ilk kez duyuyormuş gibi olmayız. sevgi sevgidir işte. sevgi birikir. nefret birikir. hayal kırıklığı birikmez. her seferinde yenilenir. yenilenmeseydi dünyaya olan hıncımızdan ölürdük. belki de bu doğal seçilimin bir sonucudur. dayanıksızlar dünyadan silinmiş; hayal kırıklıklarını her seferinde ilk günkü gibi taze yaşayabilen, böylece akıl sağlıklarını koruyabilen atalarımız hayatta kalmıştır. bizler böylesine neşeli primatların torunlarıyız işte. bunda mutlu bir taraf var still.

kendini affet. ben de kendimi affedeyim. herkes kendisini affetsin.

kalplerimizle,
wearewinningdontforget

28.04.2012 - kuzey izmir.
tümünü göster