tumturaklı ay ışığı altında kelimeler seçiyordum dudaklardan. iskemleye sıkışıp kalan ayaklarım hiç de umurumda değildi. bozuk bir düzenim vardı hep, ne acılara takılıp kalırdım ne de hüzünler beni boğardı. her zaman sallanan koltuğuma oturur kadife battaniyemi üzerime örter, başlardım yazılarla senfoni oluşturmaya. on'ca güzel hikayelerime dönüp baktığımda gülebiliyorsam hayat hala yaşamaya değerdir benim için...
"suya yazı yazmak" gibidir hayattan bitmeyen beklentiler. fark şudur ki; hayat hep aynıdır, değişmesi gereken insan müsvetteleridir. ordan oraya koşuyorum içimde, koridorları aşıyor, hedefe bir adım kala geri dönüyorum. ne ala ise mahvolmuyor içimde sinsice ezdiklerim. uykuya dalmış gül pembe hepsi.
yine gülüyorum kendi kendime, kurtulamadım gitti şu mengeneden. aynada kendimden korkuyorum resmen... şimdi buralara nerden geldiğimi hatırlamıyorum bile... sigara izmariti gibi eziyorum gururumu yoksa yakışmaz bana ağlamak. hem görürse annem yine çok üzülür. kabuk tutmuş bu şarkılardan sıkıldım artık. hep gelmeler, gitmeler, sevmeler, aşklar... düşünmeden yaşamak, yaşamamaktır... yapmak istemediğim şeylerin aslında yapılması gerekli bir şey olduğunun haddince bilincindeydim...
yine kaçtım evden, soğuk bir ara kısa bir tesadüf yaşayasım vardı...kendi kendime çentik atıyordum ne zorum varsa.sonra yine doğruldum kalktım.üşümek nedir bilmiyordum ki...yenilmek mi? ben daha küçüğüm!...hem sonra maketten yaptığım hayaller yıkılsa ne olacak ki, bir daha yapamaz mıyım? tozu dumana katsam ne çıkar ki... yutulan şey mideye inmeyecek mi? bildiğim bir sır kalmadı bugün. uykuyu seçtim, gidiyorum...