4 aydır kullandığım ağızlığımdan ayrıldım bugün, acılı değilim diyemem, lakin çöle de vurmuşluğum yok kendimi. hayatımın ilk ayrılığı olmadığından olabilir, ayrılık temasına fazla aşina olduğumuzdan da olabilir ve hatta olabilir de yolu sevgiden geçen her nesneyle bir gün bir yerde buluşacağımıza duyulan inançtan, tanrılar kavuştursun bizi cennette ve kesinlikle rüyalarda buluşuruz, bu şarkıyla kavuşuruz.

nasıl ayrıldığımızı anlatmama gerek var mı: birbirine temas etmekten kaçınan bakışlar, söylenmemiş binlerce söz ve geri alınamayan kırgınlıklar, kısa kesilmiş sakalımız, mutlaka masada yarım bırakılan çay. bu sahnenin eksiğini kapatacak kadar gözyaşı ve bileşikliği bile bilinmeden birbiriyle bitiştirilen sözcükle, kim kimi sevmiyor ki zaten ayrılmadan beş dakika önce?

büyük bir manevi değeri falan yoktu ve kuşkusuz maddi olarak en alelade bir emanetçi dükkanına bile giremezdi, çokçası bir tutam can. defalarca içinden geçirdiğim peçeteleri hiç saymadan çöpe atarken düşündüklerim kadardı belki hakkındaki fikrim, belki bir fazla sevmişimdir. yalnız ne zaman biraz erise uçları o zaman aklıma getirmişimdir sonsuza kadar sürmeyecek birlikteliğimi, elimde makinadan sökülmüş paslı jilet, elimde eski dekopaj bıçağı.

onu o kalemlikte bulduğumda bir cariye pazarındaki en zengin alıcı gibi hissetmiş miydim? o benim ellerime düştüğünde nasıl hissetmişti de teslim olmaktan hiç kaçınmamıştı? basit bir tükenmez kalemden sökmüştüm onu, ne ölçü, ne edep. daha evvel çok ağızlıklarım oldu, anlatırım, onu ama birkaç denemeden sonra söküp almıştım kalemin bağrından, genişliği ideale yakındı. bazen makasın bir bıçağını sokarak içine temizlerdim, pergel çevirmek gibi bir şey, keyifli, bazen sadece eski not kağıtlarını kullanırdım, yapılsın diye tutulmuş post-itler yapılmamış ve son kullanma tarihleri geçmişler. bir de kedi kelamı, acı nikotini yalamışlığım vardır az sayıda değiller.

evvel de ağızlıklarım oldu, evvel de onları yitirince üzüldüm, fakat hiçbirini kendi ellerimle ateşe atmadağımdan bu kadar kederli sayılmadım. sigaraya köy dersinde başladık, elbette sarma tütünle -yoksa benim yaşımı 90lardan sonra mı sayıyordunuz. o vakit köyün çoban kızanları oyarlardı ağızlıkları ve daha birçok işi yaptıkları gibi, patlangaçlar, sürüme arabaları, düdükler (hevesim olmadı enstrümanlara), köyün delisinin altına da yatmaları ile çoban çocuklar fena yeteneklilerdi. sonra yıllardan erken 21. yüzyıl, keşfedip vakarlı bir dostumla şarap içerken en az üç yıllık ahbaplığın sonunda ilk defa bir zaman yattığını öğrenince mamak'ta: anılarını soruvermişim. sustu haliyle, elimde baş tarafı yaşlanan sarma cigaraya baktı, tütünün sarısı parmaklarımda. bana o yıllar mamak'ta oyulmuş bir ağızlık verdi, belki anılarından daha saklanası saydığından. düşünün yıllardan sıkıyönetim, yer mamak askeri kapalı, düşünün mamak türküsü bile yakılmamış daha ve kömür deposu boşalmıştı işte. yalan yok, o ağızlıkla ayrılmadık, ben kaybettim onu. dostumla hala dostuz da büyü bozuldu, o rakamları fısıldamayı öğrendi ben hala ölçemedim dünya ile tanrı arasındaki mesafeyi.

utanmadan: demircilik benim mesleğim ve dünyada sevilebilir yegane meslekmiş gibi geldiğinden bana, bana sevgili, bana diyar, bana yar, yar bana. haliyle boş kaldığımız da oluyor, zanaat erbabı sayıldığımızdan ve çeşitli ağaçlar bulunur sanayimizde yavrucuğum ve ikinci teşrin oniki, yıl miladi ikibinyedi. sütunlu matkaba işkence yardımıyla tutturduğum ve ağaç türlerine ve delik çaplarına göre sıraladığım, sonra hatta zımpara ile övedurduğum nice ağızlıklar oldu. sevilen kadınlardan farklıdırlar ve zaten hep oldular. sonra meşenin dibinde -meşeyi anlatmadım mı yoksa size- babayadigarı değil de macır pazarı işi olan çakımla oyduklarım da oldu, hep oldular.

hiçbirini sevemedim plastik yarim, kadınlardan da öyleyimdir belki ondan. içi kahverengi nikotin tutmuş, şeffaf sayıalbilecek güzellikte bu ağızlığı sevdiğimi bilmesem kendimi çokçası kadar ve bir fazla entelektüel hevesli sayardım. beri gidin gidinin girinpisçileri, her plastik sizin bildiğinizden değildir!

bugün sabah 9, iki şişe mayadağ şarabı alıp köyden, araziden yer ararken ve çok da rahmet yağdığından... metruk bir ahır bulup sığındığımda üşüyordum, açtım, yorgundum, o metruk ahır bir kaloriferdi, bir kilerdi. ateşi yaktım, ne çok ne az, bir kerpiç duvara sığındım ve üzerine oturacak bir tahta buluncaya kadar çektiklerimi şimdilik anlatmayacağım. sonra ateşin bir türlü alev almayışı, sonra oralarda bir yerlerde bıyık kesebilmek kadar güçlü bir hisle kopabilme cesareti bağlanılan nesneden ve ağızlığın ateşle imtihanı... sardırmayın, anısı önünde eğilin, o basit bir kalem içliği değildi, dünyaya ağızlık olmak için gelmiş ve baş eğmeden görevini yerine getirmiş bir sevgiliydi.

eve varınca yerine yenisini yapmaya koyuldum, tirbuşonsuz şarap açarken kullandığım cebimdeki kalemi söktüm, benziyordu da içi ona. kestim, her şeyi hallettim. oldu gibi.

sigaraya zıvana ekledim, hiç o değildi.

* bu yazıda gönderme olarak nazım, attila ilhan, ahmed arif ve kuşkusuz murathan mungan vardır. sonra böyle notlar düşülmedi veyahut italik butonu zor yerde diye bana çalıntı muameleleri etmeyin, zaten her okumuş öküz görecektir o alıntıları. iki de film repliği var, onları da kabul ediyorum, cezama razıyım, belki.
tümünü göster