hafızam o kadar güçlüymüş ki, başkalarının unuttuklarını bile kara delik gibi yutmaya başladığında vücudum onun temposuna ayak uyduramayarak kendini korumaya alıyor.

bana deseler ki, robi, sen adam değilsin, eee derim, sonra, ama iyi birisin, çok mutlu olurum. vücudum tam zamanında devreye girmiş, beynimi olası bir yangından korumuş diye.

ben eskiden iyi yazılar yazardım. çünkü söz söylemek gibi aptal bir hastalığın pençesine düşmüştüm. bir insan niye konuşur robi? hakikaten yani, niye konuşur bir insan? ekmek almayacaksan, para üstü istemeyeceksen, çay söylemeyeceksen konuşmayacaksın. fazlası çok tehlikeki. o kadar tehlikeli ki, kırmızı lahanada yer alan zengin anti-oksidan mineralimsi zımbırtılar bile kurtaramaz seni. hem salata yemedikten sonra nerden girecek boğazına kırmızı lahana? laf salatası işte...

bir insanın canı sıkılabilir, normal değildir ama olsun, fakat neden? şunu belirtmek lazım, buralar neresi bilmiyorum ama buralardayım. can sıkıntılarından örülmüş kazakları üzerlerinden çıkarmaya çalışırken boyunlarını tahriş eden insanlar görüyorum. ki insan diye bir canlı yoktur aslında. lakin bu başka bir tartışma konusudur. ve başka birisiyle tartışılmalıdır. not me.

suyun derin olduğunu mu zannediyorsun ey okur? hangi su? iki damla gözyaşın olsaydı sana balık tutmayı öğretebilirdim. ne yazık. al şu cipsi de açlığını bastırsın. ve bak, şunu asla, asla, asla, asla ama asla ve asla unutma: bir insan (böyle bir canlı yoktur) iki bölümden oluşur. gördüğün bölümü ve görmediğin bölümü. gördüğün bölüme sakın aldanma. görmediğin bölüme de sakın bulaşma. işine bak. git dostoyevski oku.
tümünü göster