sevgili still,

mektubunu ve ash'i kaybettiğin haberini aldım. bu kaybolan ilk ash değil. ama umarım son ash olur. ona neden hep ash dendiğini hep merak etmişimdir. bu soruya yanıt annemden geldi. onu bebekken 'oştan' diye severmiş. ismini böyle söyleyebilirmiş. oradan kalmış olmalı, diyor annem.

bildiğimiz kadarıyla ash'in çocukluğundan beri gelen yeryüzüne değmek gibi bir tutkusu hep vardı. gökyüzüne olan ilgisi ise herkesçe bilinir bu allahsızın. şimdi şimdi anlıyorum derdini ash'in. yani bir kayaya kulağını dayayıp "nasıl dönüyor lan bu dünya" diye sorduğu zamanı dün gibi hatırlarım. 10 yaşında filandık. dünyayı döndüren bir motordan bahsediyordu o aralar. "sus" diyordu, "dünyanın motorunun sesini duymaya çalışıyorum." yıldızlar üstümüze düşmüyorsa, still, bu onların beyefendiliğindendir. ash'in lafıdır bu da. o kayanın resmini de gönderirim sana still.

sonuç olarak, bu inançsız hıyarın dünyaya dokunmak gibi bir derdi vardı. tam anlamıyla lanet diye bunu derim ben. bu basit nedenden ötürü birisine, bir hayvana veya bir cehennem bekçisine ash ismini takmak doğru değil. şu ana kadar takılmışlar takılmış, olur, ama bundan sonra bir daha yapmayalım bunu.

ash'in diğer bir tutkusu ötekine nazaran daha mantıklıydı: şu princeton kütüphanesinde tutulan salinger öyküsü "ocean full of bowling balls"ı okumak. kahrolası ihtiyar bu öyküsünün tek kopyasını princeton'a bağışlamış. içeri girip kimliğini bırakıyorsun. birkaç form filan dolduruyorsun. bir gözetmen eşliğinde okuyorsun öyküyü. fotoğrafını çekmek kati surette yasak. benim de ilk aklma gelen fotoğrafını çekmek oldu. bu öyküyü dışarı çıkarmanın bir yolu yok still. üstelik bu huysuz ihtiyar, ölümünden sonra 50 yıl boyunca da basılmamasını da vasiyet etmiş. 2060 yılına kadar dayanabilirsek still, onun yerine okumayı düşlüyorum. birisinin yarım kalan düşünü devam ettirmek ne kıyak bir keyiftir bilemezsin. yoksa bilir misin?

"ulusal miras müzesinden çıktıktan sonra birer hamburger yedik. o ketçapsız istedi. garson, ancak kahredici soğuk isveç kralının takdir edeceği bir nezaketle hamburgerlerin zaten ketçapsız ve mayonezsiz servis edildiğini söyledi. istersek masaların üstündeki ketçap ve mayonezleri kullanabilirmişiz. bu lilly'nin suratında tarifi imkansız bir gülümsemeye neden oldu. çünkü, baksanıza, herşey istediği gibi gidiyordu. kahrolası bir domates ezmesinin verdiği oldukça olağandışı bir histi bu."

salinger'den bahsedince içimde yukarıdaki gibi bir pasajla devam etmek geldi. öyle aklıma esiverdi, yazdım. elimde değil. beni affet, belki salinger'i özlemişizdir. benim tek bir tutkum var still. bir gün bir öykü yazacağım ve insanlar "vay canına, işte bundan hiç haberim yoktu. salinger bunu acaba ne zaman yazmış olabilir?" ahh elitist sanat düşkünleri ve bayan fedder!

ash'i kaybettiğin için dehşetli üzgünüm. aklıma seni neşelendirecek tek bir halt gelmiyor. üstelik her kayıp aslında iki kayıptır. öyle ya, sen birisini kaybediyorsan; o da seni kaybetmiş demektir. çok sevdiği bir şeyi kaybetmiş biri olarak, hem de öyle bir anda değil, yavaş yavaş, kemiğine batıra batıra kaybetmiş biri olarak demeliyim ki, aklıma seni neşelendirecek bilsey gelseydi bile bunu sana söylemezdim. çünkü yaralarımız bizim bedenimizdedir. başka bir bedende şube açamayız still

kalplerimizle,
we

10.12.2011 - izmir.
tümünü göster