semaveri getirdiği gün mihail aleksandroviç nedense neşeli görünüyordu. neşesinin kaynağının benimle vakit geçirecek olması mümkün değildi elbette, çünkü ileride öğreneceğiniz gibi, ben insanların vakit geçirmeyi seveceği türden biri değil. ve ne yazık ki mihail aleksandroviç de buna dahil. oysa o gerçekten neşeliydi, daha kapıdan içeriye girerken kapı pervazına taktırdığı pardesüsünün kolunun sökülmesine rağmen neşeliydi. tabii ki mihail aleksandroviç benden zengindir ve yeni bir pardesü alacak parası olduğu düşünülebilir. ama bu devirde kim onca rubleyi yeni bir pardesü almak için harcamak istesin ki? gerçi siz onun bana bir semaver hediye etmesinden yola çıkarak cömert birisi olduğunu düşünebilirsiniz, ama bilmiyorsunuz inanın.

keşke o semaveri hiç getirmeseydi diye düşündüğüm bile oluyor bazı zamanlar. evet, doğru, çay içmeyi seviyorum ama yine de o semaveri aramızdaki onca hatıratın mezara konulmasının bir tazminatı gibi getirip odamın başucuna koymasaydı diye düşünebilirim değil mi çayı sevmeme rağmen. bence buna hakkım var, insanlar nasıl anlarlarsa anlasınlar, buna hakkım var; mihail aleksandroviç'in ihanetinin kendisi benim bunu hak etmemin kanıtı değilse nedir?

içeri girdiğinde oturmadan önce semaveri kurdu, bu arada pek çok aksilikler olmasına rağmen neşesini yitirmediği de gözümden kaçmadı. hatta odada oturulabilecek tek yer olan divanın üstünde unutulmuş kirli çamaşırlar bile onu değiştirmedi. oturup konuyu açtığımda neden neşeli olduğunu anlamam da uzun sürmedi. ivan vasilyeviç ile görüşmüştü, uzun zaman sonra ona kırgın olmadığını öğrenmek onu şaşırtmışsa da kalbinde bu eski ve yakın dostuna karşı yeniden sıcaklık hissetmenin mutluluğu ile doluvermişti. mutlaka birlikte bir şeyler yapmalıydık, ivan vasilyeviç de böyle düşünüyordu. burada durmak istiyorum, sadece kalbimdeki ağrının ağırlığı beni daha fazla o ismi tekrarlamaktan alıkoyduğu için değil, ama bununla beraber bu guranov adlı kişinin -ivan vasilyeviç demeyecek kadar mesafeliyim kendisine- kim olduğunu bilmeye hakkınız olduğu için. kendisi aslında tam bir canavardır. tek dostum mihail aleksiyeviç'i elimden almaya çalışan bir canavar, bunu bir keresinde engelleyebilmiştim. fakat görüyorum ki o günden beri görüşmeyen bu iki samimi arkadaş yeniden görüşmeye başlamışlar. üstelik bu durum mihail aleksiyeviç'i hiç de rahatsız etmiyor, aksine mutlu ediyordu. dahası iş bununla da kalmıyordu, o sinsi guranov laf arasında benden bile bahsetmişti, bu ne cüret tanrım!

aslında mihail aleksiyeviç, görüşmelerini anlattıkça, içimde bir tür gurur oluşmadığını söyleyemem. guranov'un benden de söz etmesi, hatta görüşmek istediğini söylemiş olması bende bir an için ona karşı olumlu duygular bile oluşturacaktı neredeyse. ama bu sinsiliğinin arkasında yatanın, mihail aleksiyeviç'in gözünü boyamak, bana ve dostluğumuza duyduğu kinin üzerini örtmek olduğunu anlamam zor olmadı. hem nasıl görüşecektik ki, üçümüz birlikte mi? fakat bu imkansız olmalıydı, bir kere ben onların gittiği yerlere gitmez, onlar da -özellikle guranov- benim odama gelmek istemezlerdi. böyle bir durumda geriye kalan tek yer sayılabilecek taldanskaya parkı ise bu kış mevsiminde ziyaret edilemeyek kadar soğuktu. üstelik b urası öyle bir parktı ki yazları kırım'dan toplanıp getirilen binbir kuş türüyle ve hatta kuğularla bezeli enfes bir mesire yeriyken, kışları donan gölün çevresinde onlarca kuş ölüsünün yattığı ve çok aç kalanların bu kuşları toplamak için dolaştığı, bazen de aç sokak köpekleriyle dilencilerin ölü kuşları yemek için birbirlerini kovaladıkları ürkütücü bir yerdi. bu koşullarda oraya gitmek olmazdı. öyleyse kesinlikle guranov, hain bir plan yapmaktaydı. önce mihail aleksiyeviç'i, sevgili mihail aleksiyeviç'i bana karşı bir kin duymadığına ikna edecek, sonra da görüşebilmemiz için hiç değilse bahar aylarının gelmesini beklemek gerektiğini söyleyecek, sonra da aramızdaki bağları bir bir koparıp mihail aleksiyeviç'i benden çalacaktı.

buna izin vermemek için ne yapmam gerektiğini düşünürken mihail aleksiyeviç konuşmaya devam ediyordu. ah şu ivan vasilyeviç ne iyi bir dosttu, ne kadar candandı, nasıl da özlemişlerdi birbirlerini ve bu tür şeyler işte. onu dinlememek için planıma odaklanmaya çalışsam da kulağım sürekli söylediklerine kayıyor, hele de ivan vasilyeviç adı her geçtiğinde beni çileden çıkarıyordu. sonunda dayanamadım, mihail aleksiyeviç'i kovdum. evet, tek dostumu, yalnızlığımı bilen ve paylaşan biricik insanı sefil odamdan kovdum. siz şimdi beni kınayacaksınızdır, bunu yapmalısınız da, çünkü ben böyle biriyim, yaşamımda kimseyi gerçekten sevmediği düşünülen acınası biriyim. halbuki sevdiğim tek kişiyi de odamdan kovdum, beni kınamakta haklısınız. fakat işte sandığınız gibi değil, öyle yaka paça atmadım mihail aleksiyeviç'i. biraz da içimdeki korkunç kıskançlık duygularının esiri olarak ona çok acı bir yalan söyleyerek yaptım bunu. dediğime göre o gün öğleden sonra çok sevgili dostum aleksandr bogdanoviç izyaretime gelecekti, onun da kalıp tanışmasını isterdim elbette ama bana getireceği nefis pastanın sınırlı olması dolayısıyla başbaşa görüşmemiz daha uygun olacaktı. bir alman pasta ustasının elinden çıkmış ve almak için dostumun aylarca beklediği böyle bir pastanın kolayca paylaşılamayacağı herkesin bildiği bir şeydi. bu durumda ortaya çıkacak rahatsızlığı engellemek için mihail aleksiyeviç'i şimdi gitmesi daha uygun olurdu, zaten böylesi de akla yatkın olandı.

bunları söyleyip odadan çıkardığım mihail aleksiyeviç'in ardından göz yaşlarımı tutamadığımı size söylemek isterdim, fakat böyle olmadı. içimi kemiren kıskançlık ve hırsın yarattığı öfkeyle kavrulacak durumdaydım. bu nedenle zaman kaybetmeden bir plan yapmalıydım.
tümünü göster