gecelerden bir gece, bol laklaklı bol anasonlu bir geceydi. eve gelmiştim yattım. uykumda yine içiyordum.

olmayan bir diyarda gecesinde beraber olduğum insanlarla. sarı bir motoksikletim vardı. oysa reelde bendeniz hiç bir zaman motosiklet kullanmadım. sarı votkalar gelip gidiyordu masaya. en son yolluk babında masaya mor bir şarap geldi.

erzincan üzümlerinden yapılmıştı ve tadı ekşi mi ekşiydi. bense büyük eksper gibi konuşmaya başladım;

erzincan üzümü ekşi ve acı olduğundan dolayı bu şarap ekşi ve acı.

son kadehi içerken bardağımdan iki üzüm tanesi çıktı ve bendeniz afiyetle yedim.

hesabı ödeyip yol aldım ve motoru bir zamanlar var olduğum şimdilerdeyse hiç var olmamış gibi yok olduğum diyara sürdüm.

bu neydi? bilinç altımın hangi oyunuydu?

muştu rüyası mıydı yoksa öyle sıradan bir şey miydi?

ya da son günlerde önlenemez bir biçimde cüneyt arkın filmleri seyretmemmiydi sebep?

yahut yılardır eskitemediğim monitörümün ömrünü doldurmasına ramak kalması mıydı? artık o monitörüm şimdi her şeyi mavi gösteriyor.

movi movi mosmoviyi söylüyor utanmaksızın ve ölmeye yakın.

seksenlerde türk kültüründe ibonun bu şarkısı ne kadar hit olmuştu.

ondan sonra türk kültürü ölmüştü. şimdiyse post modern cenaze çağında.

bu dünyanın genelinde var. dünya post modern cenaze çağında.

çoğumuz kendimizi eskiden kalma bir şeyler hissediyor.

kimimiz 76 model v8 şipidaklı bir amerikan arabası kimimiz ise bir tekeri büyük bir tekeri küçük bisiklet kimimiz ise yazdığı mektuplar okunmadan iade edilen milyon dolarlık bebekteki clint gibi hissediyor.

o kimilerimiz hala okunmayacağını bile bile mektup yazma sevdasından vazgeçmiş değil. ha babam yazdıkça yazıyor.

muhatap ve ya muhataplardan bir ilahi çın sesi bile yok.

ama bütün bunlara rağmen durmak yok.

clerfayt bir yerlerde yarış yapar ve ölüme daha yakın olandan lilianı bile geçer. boris sanatoryumda süprizleri oynuyor. oysa boris vaktiyle monte carlo'da casinonun kasasını iflas ettirmişti.

ann smiley'i aldatıyor. ted mundy ile sasha berlinde yine bir şeyleri protesto ediyorlar. sasha ted'e telkinde bulunuyor elimizde kalan tek şeyimiz öfkemizdir.

yeni meydanlar açılmamış uzaktaki şehrimde, pubları kuşkusuz yine dolup taşıyor ve casinosunda yine bata çıka talihin elinde oyuncak olmuş olanlar durmak yok yoluna devam ediyorlar.

bense hafızamın beni yanıltmalarına tutsak düşüyorum. ve kendi canavarlarımla soğuk savaşa durmaksızın devam ediyorum. o uzakta ki şehrimli oluşumu ve kuş gibi yürüyüşümü bilemeyen sokak iti yok.

eh yük arabası beygirleri beni görünce kafalarını sallamıyor çünkü beygir devri geçti gitti ve geri gelmeyecek. ama buna rağmen içimdeki hüznü yatıştırınca hurdahaş daktilomda konçertolar döktürmeme kimse mani olamaz.

ister manasız erken uyanmalarım isterse manasız uykusuzluklarım isterse öylesine.

fondaysa gemi kalkar sulara akar makamından bir şeyler işte....

ama ben alışkanlılarımın kölesiyim ve öyle kalmaya niyetliyim, parlatayım bir yesenin;

dostum benim, dostum benim,
hastayım, ama çok hastayım.
bilmiyorum nerden kaptım bu ağrıyı.
rüzgar mı bu ıslık çalan
göğünde çıplak, ıssız tarlanın,
yoksa çiseler gibi eylülde bir ormana
serpilen beynime alkol mü?

başım çırpıyor kulaklarımı
kanatçıkları gibi bir kuşun.
boynumun üzerinde ayaklarını
gücü yok göstermeye uzaklardan.
kara adam
kara, kara
kara adam
yerleşiyor yatağımın kenarına
kara adam
uyku vermiyor gece boyunca.

kara adam
murdar bir kitapta gezdiriyor parmağını
ve yüzüme mırıldanıyor burnundan
ölünün başucunda bir rahip gibi
bildiriyor bana yaşamını
bir düzenbazın, sefihin,
acıyı ve dehşeti yığıyor ruhuma
kara adam,
kara, kara!

"kulak ver, dinle - diyor,
solumayla mırıldanıyor yüzüme -
olağanüstü düşünceler ve
planlarla dolu kitap.
en ağulu türden
yağmacıların ve şarlatanların
ülkesinde yaşadı
bu adam.

bu ülke aralık ayında
kar şeytanca arı düşer
ve neşeli çıkrıkları
işletir fırtınası.
bu adam bir macerasever,
ama pek yüksek
ve seçkin markası.
ince o, sevecen,
ve üstelik şair,
çok az da olsa
çevik, atılgan gücü,
kırkını geçkin bir kadını
alımsız bir kız sayar
ve sevgilisi.

mutluluk - der -
usun ve ellerin uzluğudur.
çirkin ruhlar bütün
biçilmiştir bahtıkaralara.
zararı yok
varsın sayısız acı
doğursun kırık
ve yalan davranışları.

fırtınalarda, tipilerde,
buzlu ayazında günlük yaşamın,
en ağır kayıplarda
ve sana hüzün çöktüğü zaman
görünmek arı ve gülümser,
en yüksek sanattır dünyada."

kara adam
yüzümde bakışlarını donduruyor.
ve uçuk bir mavilikte
kısıyor gözlerini
hatırlamak istiyor sanki
bir hırsız ve düzenbaz olduğumu,
acımasız ve yüzsüz
soyup soğana çevirmişim birilerini.

dostum benim, dostum benim,
hastayım, ama çok hastayım.
bilmiyorum nerden kaptım bu ağrıyı,
rüzgar mı bu ıslık çalan
göğsümde çıplak, ıssız tarlanın,
yoksa çiseler gibi eylülde bir ormana
serpilen beynime alkol mü.

gece ayaz
rahat durgunluğunda kavşak.
önünde yalnızım pencereciğin,
ne bir konuk, ne bir dost bekliyorum.
işliyor ovanın yüzeyine
serpiştiren yumuşacık kireç,
ve ağaçlar, gelmişler dört taraftan
bekleşen atlılar gibi bahçemize.

bir yerlerde ağlıyor
uğursuz gece kuşu
avluda ağaç atlılar
ekiyorlar toynak seslerini.

ve işte bu kara adam
yerleşiyor benim koltuğuma,
hafiften kaldırıyor silindir şapkasını
ve özensizce ayırıyor redingotunu.

"kulak ver, dinle! -
homurdanıyor, dikiyor bakışlarını,
eğiliyor gövdesiyle
hırıldıyor daha yakından.
ben görmedim hiçbir zaman
hergeleler arasında
böyle aşırı ve sersemce
acı çeken birini uykusuzluktan.

diyelim, ah ben yanıldım!
bugün ayışığı var ne olsa.
daha ne gerekiyor bu dünyaya
sarhoş bir titreme sarmış iliklerini?
gizlice apansız anaç ve semiz
kalçalarıyla salınıp gelse o kadın,
okur muydun sen
süzgün ve mahmur liriklerini?

ah, şair milletini seviyorum,
seviyorum bu tuhaf topluluğu.
onlarda gönlüme yakın
bir öyküyü buluyorum daima,
uzun saçlı, umacı yüzüyle
sivilceli bir kursiyer kızın
evrenden söz etmesi gibi dökerek
kan döker gibi cinsel bir bitkinliği.

bilmiyorum, hatırlamıyorum,
kasabalardan birinde,
belki kaluga'da,
ve belki, ryazan'da belki,
yaşıyordu yoksul
bir köy evinde
sarı saçlı
mavi gözlü bir çocuk...

işte büyüdü o çocuk,
ve üstelik şair,
çok az da olsa
çevik, atılgan gücü,
kırkını geçkin bir kadını
alımsız bir kız sayar
ve sevgilisi."

kara adam!
sen iğrenç bir konuksun.
uzun süredir yaygın
bu ünün senin.
çıktım çileden, cinlerim başımda,
yüzünün ortasında uçtu bastonum
burnunun tam köküne...

...ay öldü,
mavileniyor pencerede tan.
ah, sen, gece!
ne diye, gece, her şeyi yıktın!
ayaktayım, başımda silindir şapkam.
yanımda yok kimse.
yalnızım.
ve kırık ayna.