bu başlığın altındaki ilk yazıya itiraz ederken, kalkış noktam yazının bağımsızlığa yaptığı aşırı vurguydu. yoksa yukarıda da belirttiğim gibi "silahla demokrasi mücadelesi mi verilirmiş", yahut "hiçbir şey insan hayatından daha değerli değildir" tarzı muğlak bir hümanizme savrulmak değildi amacım. (insan hayatı elbette ki değerli. fakat insan hayatının ne kadar değerli olduğunu vurgulamak, onu korumak için yeterli olmuyor.)

z'nin itiraz ettiği "barışın dili" söylemi, özellikle 2007'den beri gündemimizde yer tutuyor. barışın dili, barışa taraf olmak gibi söylemler, kürt hareketi'nin düşüncelerini yasal zeminde ifade edebilmesi için tartışmalara uygun bir başlangıç oluyordu. "biz barış istiyoruz, ama adil bir barış" cümlesini kurduktan sonra hem cümlenin ilk kısmı ile birlikte yaşama isteğini dile getirmiş oluyordunuz, hem de cümlenin ikinci kısmındaki "adil barış"ın şartlarını sayarken birlikte eşitçe yaşamak için gerekli gördüğünüz şartları dile getirebiliyordunuz. gerçekçi olalım, eğer z'nin dediği gibi, selahattin demirtaş meclis kürsüsünden "bir mermi de benden aslanım" diye bağırsaydı, devlet kürtler tarafından kurulmuş yasal bir tek kanaryaseverler derneği bile bırakmazdı siyasi arenada. topyekün savaşın göze alındığı koşullarda böyle bir meydan okuma, böyle bir kopuş mümkün ve gerekli olabilir. fakat yukarıdaki yazımda da belirttiğim gibi askeri tıkanıklık iki tarafı da köprüleri tamamen yıkmaktan alıkoyuyor. (akp bdp'yi meclise çağırdı. anayasa tartışmalarına dahil olun dedi. tüm popülizmine rağmen akp bile kürt hareketi ile tüm iletişim kanallarını kapatmaya cesaret edemiyor.)

barışa taraf olmak söylemi belli bir tarihsel dönemde çözüme hizmet etmesi için ortaya atıldı ve bence de görevini yaptı. bu söylem sayesindedir ki kürt hareketi ortaya çıktığından beri ilk kez yasal zeminde kitlelere taleplerini anlatabildi. bu söylem sayesindedir ki daha dün kürt sözcüğünü diline almaktan çekinen egemenler kürt halkının meşru taleplerini uzun uzun tartışmak zorunda kaldı. fakat bu söylemin de zayıf bir karnı var. istenen barışın adil bir barış olduğu sık sık unutuluyor. barışın adil olması gerektiği unutulunca da kürt tarafına sık sık sitemler yükseliyor. "madem barış istiyorsunuz neden hala pkk'yi terör örgütü ilan etmiyorsunuz? neden ölen pkk'liler için üzülüyorsunuz? neden meclisi boykot ediyorsunuz? neden kitleleri sokak çatışmalarına sürüklüyorsunuz? vb. vb. vb."

bugün trt'de bir adam vardı. kürtlere sesleniyordu: "madem barış istiyorsunuz neden savaşın devam etmesinin asıl sorumlularına kızmıyorsunuz? savaşı sürdüren pkk değil mi? hadi onu da geçtim 1984'te ilk kurşunu kim sıktı? bu savaşı ilk kim başlattı? savaşı asıl sürdürenlere kızmadığınız sürece barış konusundaki samimiyetinize inanılamaz." (kelimesi kelimesine böyle demiyordu tabi. ben konuşmasını aklımda kaldığınca özetledim.)

kürt hareketinin barışın adil olması gerektiğini vurgulamada yetersiz olduğunu itiraf etmeliyiz. kürt halkının meşru talepleri siyasi söylemin terazisinde barış vurgusundan daha hafif kaldı. bu da söz konusu söylemin "ne olursa olsun barış" çizgisine savrulmasına yol açtı. ne olursa olsun barış gibi bir ihtimalin olmadığı, daha da ötesi bunun çözüm değil çözümün ertelenmesi olduğu da ortadadır.

kürt sorunu dediğimiz meselenin temelinde devletin kürt halkının bir dizi hakkını gaspetmiş olması yatıyor. sorunun çözümü de kürtlerin ulus olmaktan kaynaklanan ulusal haklarının iadesinen geçiyor. kürtlerin ulusal haklarına kavuşması yönünde atılmamış hiçbir adımın çözüme doğru atıldığı söylenemez. barışa doğru atılmış olabilir belki o adım, ama her barış çözüm getirmez. sevr mesela, ya da versailes. bunların ikisi de barıştı, ama ikisi de adil değildi. sorun çözmeyi bırakın, daha büyük sorunlar çıkardılar. demek ki barış her zaman iyi bir şey değil. demek ki insan hayatını kurtarmanın yolu her zaman barıştan geçmiyor. (versailes'in başlattığı süreç 50 milyon insanın ölümü ile sonuçlanmıştı hatırlarsanız.) demek ki barıştan değil, adil bir barıştan yana olmak gerek.

kürt sorununda tarafların ikisini de eleştirenler, iki tarafa da silah bırak çağrısı yapanlar muhtemelen iyi niyetli insanlardır. fakat içinde bulundukları yanlışın farkında değiller. aynı şartlara sahip, aynı amaç için savaşan eşit güçlere aynı anda "silah bırakın" çağrısı yapmak anlamlı olabilir. kürt sorununda ise durum daha karışık.

bir an için pkk konusunda türk şovenistlerinin haklı olduğunu düşünelim. pkk; gerçekten de uyuşturucu kaçakçısı, mafyatik, tek derdi kurduğu çıkara dayalı düzeni sürdürmek olan bölgesel bir suç örgütü olsun. pkk öyledir demiyorum. sadece bir an için öyle olduğunu hayal edelim diyorum. yine de bir şey değişmez. savaşın asıl suçlusu, savaş yüzünden asıl eleştirilmesi gereken devlet olmaya devam eder. pkk kürt sorununun yaratıcısı değildir, sonucudur. bütün siyasetini kürt halkının maruz kaldığı ulusal baskılar üzerine kurmaktadır. kürt ulusal sorununun çözümü durumunda kürt hareketi, sıradan, düzen içi bir akıma dönüşür. (türk ulusal hareketine önderlik eden kemalistlerin günümüzdeki durumuna bakın) günümüzde yaşanan savaş yüzünden pkk'yi eleştirmek faydasız ve tehlikelidir. faydasızdır, çünkü yukarıda da belirttiğim gibi pkk siyasetini kürt sorunu üzerine kurmuştur; kürt sorununu yaratan pkk'nin siyaseti değildir. tehlikelidir, çünkü sorunun asıl kaynağını, kürtler üzerindeki ulusal baskıyı gizler.

günümüzde kürt halkı kanunlarca yok sayılmakta, dilini eğitim sistemi ve kamusal alan içinde kullanması engellenmekte, kürt halkının kendi kendini yönetmesine izin verilmemektedir. mevcut statükonun devam etmesi bir tek sonuç doğurur: kürt halkının asimile olması ve türkiye'deki diğer pek çok halk gibi türkleşmesi. kürt halkı, kendisine dayatılan asimilasyon politikalarını kabul etmemekte, bu politikalara akla gelen her yöntemle direnmektedir. (bu cümlelerin aynısını daha önce kurdum ve daha sonra da kurmaya devam edeceğim) işte sorun budur; çözümün anahtarı da devletin elindedir. kürt halkı üzerindeki bütün ulusal baskılar ortadan kalkmadığı sürece devlet, bu sorundaki bütün aktörlerden daha haksız olmaya devam edecek.

barıştan yana olmakta bir sakınca yok. insanların ölüyor olmasından rahatsızlık duymakta da. yanlış olan, her barışın iyi olduğunu sanmakta. yukarıda da dediğim gibi, bazı barışlar savaşın sürmesinden çok daha fazla can kaybına yol açabiliyor. önemli olan adil bir barışı savunmak.

edit: yukarıda bir yerde kürt sorununu tanımladıktan sonra "çözümün anahtarı devletin elindedir" demişim. bu söz yanlış anlaşılmalara yol açabilir. orada kastedilen çözüm için mücadelenin ancak devletin çizdiği sınırlar içinde yürütülebileceği değil elbet. devlet izin vermediği sürece bu sorun çözülemez de demek istemedim. vurgulamaya çalıştığım bu sorunu doğuranın devletin yapabilecek durumda olmasına rağmen yapmadıkları olduğu idi.
tümünü göster