bu slogan, günümüzde pek çok açıdan geçerliliğini kaybetti. evet, geçmişte gerillanın kürdistanı kurmak için vurduğu bir dönem var. kürdistan'ı vurarak kurma ihtimalinin olduğu bir dönem var. ama o dönem geride kaldı. doksanların başında yaşanan iç savaş, bir tür yenişememe hali ile farklı bir boyut kazandı. ve önümüzdeki on yıllarda da, eğer olağanüstü elişmeler yaşanmazsa, bu durum sürecek. (tc'nin emperyalist bir güçle savaşa girmesi, batıda işçi hareketinin yükselmesi, kürt hareketinin bölünmesi vb.) işte söz konusu yenişememe hali, söz konusu sıkışıklık, tarafları başka arayışlar içine itti. kürt hareketinin batıdan çeşitli kesimlerle kurduğu çelişkili ittifaklar (tüsiad ile, marksist sol ile, yeri geldiğinde akp ile kurduğu ittifaklar); akp'nin son döneme kadar kürt sorununda mhp ve chp'ye nazaran daha ılımlı olması hep bu askeri tıkanıklığın doğurduğu sonuçlar. artık ne gerilla kürdistan'ı kurmak için vuruyor, ne de tc terörün kökünü kazımak için saldırıyor. iki taraf da, eğer aptal değillerse, askeri arenada birbirlerini ezemeyeceklerini biliyor. karşılıklı eylem ve operasyonlar daha çok siyasi zeminde avantaj sağlama aracı olarak kullanılıyor. bu noktada, başlıktaki slogan da günümüz gerçeğinin uzağına düşmüş oluyor.

bir de marksistlerdeki ulus devlet seviciliği var. (ulusalcılarda türk ulus devletine, "enternasyonalist"lerde müstakbel kürt ulus devletine yöneliyor bu sevgi) her halkın kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. bu hak uğruna verilen mücadele de (ister silahlı ister silahsız) kesinlikle meşrudur. bu hakkı ve bu hak için verilen mücadeleyi meşru görmeyen herkesi türk şovenisti ilan etmekten de zerre çekinmem. ama ulusların kendi kaderini tayin hakkını kesin kes ayrılma ve burjuva ulus devlet kurmayla eş tutmayı da anlamıyorum.

ulus devlet aşaması, en nihayetinde burjuva demokratik bir görev. marksistler, diğer burjuva demokratik görevleri sürekli devrim anlayışı ile sosyalist mücadeleye bağlamışlar. yani hiçbir marksist, mesela, "önce monarşiyi yıkalım,ardından sosyalizm için mücadele edelim" demez. ama iş ulusal soruna gelince, pek çok yapı aşamacılığa teslim oluveriyor. "önce kendi ulus devletlerini kursunlar, sınıf mücadelesi sonraki mesele" cümlesini çeşitli kerelerde kurmuş yapıları bir çırpıda saymakta zorlanırım. sen, yükselen ulusal mücadeleyi sınıf eksenine çekmek için elinden geleni yaparsın. ezilen ulusun işçilerinin mücadelelerine anti kapitalist bir yön vermeye çalışırsın. buna rağmen ezilen ulus ayrılma ve ulus devlet kurmayı seçerse saygı duyar, daha da ötesi bu mücadelesine omuz verirsin. ama ayrılmaya ve yeni bir ulus devlet kurmaya daha başta bu kadar vurgu yapar, mücadeleyi kendi kaderini tayin hakkı için değil de" her şart altında muhakkak ayrılık" için yürütürsen varılacak nokta kaçınılmaz olarak burjuvaziye hizmet etmek için kurulmuş yeni bir ulus devlet olur.

kürt hareketinin de, kürt halkının da şu noktada ayrılıktan yana olmadığı gerçeği var bir de. bu birliktelik eğiliminin temelinde askeri sıkışmışlığın etkisi var mıdır bilemiyorum. fakat asıl sebebin başka olduğunu gözlemlemek zor değil. kürt hareketi burjuva (hadi en olmadı küçük burjuva) bir hareket. eh, politikası da sınıfsal özüne az çok uygun olacak. kürt hareketine de, kürt halkına da şu noktada ne getireceği bilinmeyen bir ayrılıktansa kendi bölgesinde alt-emperyalist bir güç olan tc ile birliktelik daha makul gözüküyor. bunu kürt önderler de defalarca ima ettiler. "kürt sorunu çözülürse türkiye bölgesinde önemli bir güç olur, biz bu sürece katkı yapmak istiyoruz" tarzı sözleri kaç kürt önderin ağzından duyduk saymadım. hemen yarın kürt illerinde referandum yapılsa, eşit bir birliktelik ile ayrılık arasında seçim yapmak zorunda kalsa kürtler, oyların "eşit birliktelikten yana" çıkacağını kestirmek zor değil. bu şartlar altında alan razı satan razıyken, kraldan çok kralcı olmak anlamsız. kürtlerin şimdiki güncel talepleri anadilde eğitim, özerklik, anayasal statü, öcalan ve diğer tutsaklara özgürlük vb. iken ayrı devlet kurmaya ısrarla ve inatla vurgu yapmayı anlayamam. (yine söylüyorum: ayrılma hakkı ve bu hak için verilen mücadele kesinlikle meşrudur. fakat bu hakkın her şart altında ayrılıktan yana kullanılması gerektiği düşüncesi yanlıştır. lenin ukkth'yi boşanma hakkına benzetiyor ya, o hesap. boşanma hakkını savunmak bütün çiftlerin boşanması gerektiğine inanmak değildir.)

başlıktaki sloganın tüm söylediklerime rağmen bir güncelliği de yok değil. son dönemde "sözde" liberal zevatın ağzında geviş gibi gevelediği bir muhabbet var: "silahla demokrasi mücadelesi mi verilirmiş!" sadece türkiye'de değil; hatta daha çok uluslararası arenada konuşuluyor. anlıyorum, küresel çapta mücadelenin bu kadar kızıştığı bir dönemde yasal zeminin dışındaki mücadelelerden paranoyakça bir korku duymaları normal. hatta sırf batı işçi sınıfına yol olmasın diye esad rejimine karşı mücadele eden muhaliflerin silah kullanmasının kınanması da normal. (muhalifler silahlarını bırakıp tankların önüne uzanınca filmlerdeki gibi olacak çünkü. esad'ın katilleri göz yaşları içinde tanklarından inip halkın arasına karışacaklar. hatta bu kenetlenmeyi penceresinden izleyen esad da duygusallaşıp imana gelecek, istifa edecek. ) ama anlıyor olmam bu söylemin iki yüzlü ve yavşakça olduğu gerçeğini değiştirmiyor. bugün, yeryüzünde kendini demokrat olarak niteleyen devletlerin hangisinin temellerinin çimentosu barut, demirleri de süngüden değil. amerikan bağımsızlık savaşı? fransız ihtilali? cromwell? daha dün uluslararası güçler demokrasi getirmek için irak ve afganistan'ı işgal etmedi mi ve bu işgale hepiniz alkış tutmadınız mı? bugün libya'yı bombalayan güçlerin "libya'da işi ne" ve türkiye bu güçlere lojistik destek sağlamıyor mu?

bu slogan, kesinkes ayrılığa vurgu yapmak için değil de burjuva hümanizmine (ya da/aynı zamanda parlementerizmine) meydan okumak için öne çıkarıldığı sürece güncelliğini korumaya devam eder. çünkü hemen yanı başşımızda beşar esad, "silahla demokrasi mücadelesi mi verilirmiş" sorusunun cevabını gün be gün vermeye devam ediyor!
tümünü göster