ne tuhaf; laneth'te bile en popüler başlıklardan biriymiş bu zamanında. siz şimdi göremiyorsunuz da ben savaş bozkırı, kılıç artığı 9 yazı daha görüyorum burada. ağır anlamlar içeren, basitten karmaşığa, karmaşıktan sıkıntıya yol giden yazıcıklar. eskiden de yazanlar olmuş demek ki. öyle ya post-popüler zamanların en sevilen kavramı yalnızlık. o yazarlar uçmuş, yazıları silinmiş, ben mod olarak görüyorum; siz yalnız kalmayın ve uçmayın.
bu aralar huy edindim, erken yaşlanma belirtilerinin tek yanı saçların beyazlaması değilmiş -dökülüyor da keranacılar. bu aralar huy edindim, bir şey anlatacakken "bizim kuşak" diye başlayabiliyorum, sanki kuşağımdan kaç kişiyle uzlaşabiliyorsam herhangi bir konuda. biraz göze batıyor, sanırım aklı başında başka kuşak insanlarından tepki de alıyor. kaldı ki sosyolojik tespitler yapma gücünden yoksun, kaldı ki sosyolojiyi adamdan da saymadan, bu genellemeler haliyle yakışık almıyor. yalnız efendiler, bizim kuşakta bu yalnızlık bahsi o kadar çok işlendi ki. şiirlerin yarısında ara ara adı geçer, şiir dediğin sözdür, sürekli bir tanımlama çabası içine girer yalnızlık. şu mudur da bu mudur da, galiba bizim kuşak pek yalnız kalamamış!
biz ankara'dan sonra istanbul'u gördüğümüzde bir arkadaş: "vay baba!" demişti, "bizim yalnızlığımız ankara'da şımarıklıktanmış". hakikaten öyleymişti o zaman. şimdiyi tam bilemedim, erken yaşlanma belirtilerimden. fakat yalnızlık, çok vakit şımarıklandırılmış (düşününce anlamlı bu fiilimsi), çok satan aşk hikayeleri gibi, her serpildiği yerde anlamını yitirerek serpilmiş de serpilmiş. şu saatten sonra ona ne tanrısal bir anlam biçmek, ne kanatlarını yolup yeryüzüne indirmek, ne de sefilleştirmek işe yaramıyor.
bence kendisi pek tanımlanamıyor da. kime sorsanız aynı imge ortaya çıkacak kadar yaratıldı post-popüler zamanlarda da mesela benim yalnızlığımı o imge karşılamıyor. siz de şimdi bir nuri bilge sahnesi tasarlıyorsunuz mesela ya, bohem müzik, loş ortam, derin iç sıkıntısının yüzüne yansıtmış gizemli bir çekicilik, ben burada edirneli deli selim dinliyorum, hafif oynamaklı. öyleyse yalnızlık için denebilir ki, tanımı hak etmeyen kavramdır; tanımlanmış ve artık yaşanışı da tanımsallaştırılmıştır. ergen muhipleri gibi sözcüğü okuduğunuz gibi yaşamak zorunda hissetmiyor musunuz?
atıp tutulacak pek yan yok, bizim görkemsizliğimize görkem ekleme çabamıza rağmen işi basitleştiren görkem sahipleri var. onlara bakalım. walter benjamin geçen yüzyılın (gerçekten geçti mi) en güzel kafalarından biri, güzel derken selim gibi de değil tam olarak. pasajları okuyunca düşünce labirentini ne denli usta kullandığını görürsünüz. fakat işte buna rağmen o da bir ara çaresiz bir aşka tutulur. bu büyük kafa, kendisini süründüren bu aşk (asia janis) yüzünden hep sınırlanır, belirlenir, kalkar moskova'ya gider, çok yere gidecekken tutulur kalır. hikayeye bakarsınız kendiniz, ben şimdiye kadar okuduğum en basit ve hakkani yalnızlık algılayışını aktaracağım:
"ona ulaşamayacağımız başka bir yerde bile olsa, sevdiğimiz insan da aynı zamanda yalnız ise eğer, bizim için yalnızlık diye bir şey olmayacağını gördüm. yani yalnızlık hissinin temelde, topluca eğlenen tanıdığımız, en çok da sevdiğimiz insanlardan bize yansıyan dönüşümlü bir fenomen olduğu anlaşılıyor. ve hayatta mutlak olarak yalnız olan insan bile, yalnız olmayan ve birlikte olsa kendi yalnızlığından kurtulabileceği bir kadını -bu hiç tanımadığı bir kadın bile olsa- ya da herhangi bir insanı düşünürken duyumsuyor yalnızlığını." moskova günlüğü.
yalnız kalmayın tabii, hiç istemem de, bunu yaşamayınca da anlayamıyorsunuz, deneyecekseniz yanınıza acil durum gereçleri alınız.
bu aralar huy edindim, erken yaşlanma belirtilerinin tek yanı saçların beyazlaması değilmiş -dökülüyor da keranacılar. bu aralar huy edindim, bir şey anlatacakken "bizim kuşak" diye başlayabiliyorum, sanki kuşağımdan kaç kişiyle uzlaşabiliyorsam herhangi bir konuda. biraz göze batıyor, sanırım aklı başında başka kuşak insanlarından tepki de alıyor. kaldı ki sosyolojik tespitler yapma gücünden yoksun, kaldı ki sosyolojiyi adamdan da saymadan, bu genellemeler haliyle yakışık almıyor. yalnız efendiler, bizim kuşakta bu yalnızlık bahsi o kadar çok işlendi ki. şiirlerin yarısında ara ara adı geçer, şiir dediğin sözdür, sürekli bir tanımlama çabası içine girer yalnızlık. şu mudur da bu mudur da, galiba bizim kuşak pek yalnız kalamamış!
biz ankara'dan sonra istanbul'u gördüğümüzde bir arkadaş: "vay baba!" demişti, "bizim yalnızlığımız ankara'da şımarıklıktanmış". hakikaten öyleymişti o zaman. şimdiyi tam bilemedim, erken yaşlanma belirtilerimden. fakat yalnızlık, çok vakit şımarıklandırılmış (düşününce anlamlı bu fiilimsi), çok satan aşk hikayeleri gibi, her serpildiği yerde anlamını yitirerek serpilmiş de serpilmiş. şu saatten sonra ona ne tanrısal bir anlam biçmek, ne kanatlarını yolup yeryüzüne indirmek, ne de sefilleştirmek işe yaramıyor.
bence kendisi pek tanımlanamıyor da. kime sorsanız aynı imge ortaya çıkacak kadar yaratıldı post-popüler zamanlarda da mesela benim yalnızlığımı o imge karşılamıyor. siz de şimdi bir nuri bilge sahnesi tasarlıyorsunuz mesela ya, bohem müzik, loş ortam, derin iç sıkıntısının yüzüne yansıtmış gizemli bir çekicilik, ben burada edirneli deli selim dinliyorum, hafif oynamaklı. öyleyse yalnızlık için denebilir ki, tanımı hak etmeyen kavramdır; tanımlanmış ve artık yaşanışı da tanımsallaştırılmıştır. ergen muhipleri gibi sözcüğü okuduğunuz gibi yaşamak zorunda hissetmiyor musunuz?
atıp tutulacak pek yan yok, bizim görkemsizliğimize görkem ekleme çabamıza rağmen işi basitleştiren görkem sahipleri var. onlara bakalım. walter benjamin geçen yüzyılın (gerçekten geçti mi) en güzel kafalarından biri, güzel derken selim gibi de değil tam olarak. pasajları okuyunca düşünce labirentini ne denli usta kullandığını görürsünüz. fakat işte buna rağmen o da bir ara çaresiz bir aşka tutulur. bu büyük kafa, kendisini süründüren bu aşk (asia janis) yüzünden hep sınırlanır, belirlenir, kalkar moskova'ya gider, çok yere gidecekken tutulur kalır. hikayeye bakarsınız kendiniz, ben şimdiye kadar okuduğum en basit ve hakkani yalnızlık algılayışını aktaracağım:
"ona ulaşamayacağımız başka bir yerde bile olsa, sevdiğimiz insan da aynı zamanda yalnız ise eğer, bizim için yalnızlık diye bir şey olmayacağını gördüm. yani yalnızlık hissinin temelde, topluca eğlenen tanıdığımız, en çok da sevdiğimiz insanlardan bize yansıyan dönüşümlü bir fenomen olduğu anlaşılıyor. ve hayatta mutlak olarak yalnız olan insan bile, yalnız olmayan ve birlikte olsa kendi yalnızlığından kurtulabileceği bir kadını -bu hiç tanımadığı bir kadın bile olsa- ya da herhangi bir insanı düşünürken duyumsuyor yalnızlığını." moskova günlüğü.
yalnız kalmayın tabii, hiç istemem de, bunu yaşamayınca da anlayamıyorsunuz, deneyecekseniz yanınıza acil durum gereçleri alınız.