geçen hazirandan beri dizilere verdim kendimi. amerikan tarihinin dizi külliyatını hatmettim desem abartmış olmam. hatta bir ingiliz dizisi olan doctor who'yu da aradan çıkartıverdim fırsat bu fırsat deyip. yanlış anlamayın, hayatın anlamını falan aramıyorum dizilerde. sadece, insanı gerçeğin bunaltıcılığından kurtarma konusunda alkolle rekabet edebilecek kadar etkili olduklarını gördüm dizilerin. üstelik alkolden daha ucuzlar. ne zaman hayat üstüme gelse, iki bölüm house md.'nin üzerine bir bölüm supernatural ile cila çekiyorum, ve kopuyorum gerçeklikten. benden tavsiye, canınız alkol almak isteyince bir gün, alkol almak yerine dizi izleyin. inanın aradaki farkı anlamayacaksınız.

ama aralarında bir tanesi var ki, bırakın insanı başka dünyalara götürmeyi, başka dünyalara gitmeyi başardıysanız bile sizi kolunuzdan tutup geri getiriyor biz fanilerin dünyasına. işte bu özelliği ile de ayrıdır onun yeri bende. scrubs'tan bahsediyorum. bilenler bilir; bir grup stajyer doktorun maceralarını anlatan, çok da iddialı olmayan bir komedi dizisi. beşinci sezondan sonra dağıttıklarını kabul ediyorum. zaten ben de özellikle ilk üç sezonunu baz alarak yazıyorum bu yazıyı.

scrubs basit bir hikayeye sahip. yani kimse doctor who ya da dean winchester gibi evrenin kaderini ellerinde tutmuyor. greg house gibi megolaman bir dahinin kaprislerine de katlanmak zorunda kalmıyoruz diziyi izlerken. basit insanlar, basit olaylar, fakat hiç de basit olmayan bir anlatım... jd. dizinin ana karakteri. yirmili yaşlarının sonunda, başarılı bir doktor. ama bir çocuğun gözleriyle bakıyor hayata. dizinin, basit insanların hayatını basit olmayan bir anlatımla seyirciye sunabilmesinin sırrı da burada yatıyor. biz diziyi jd.'nin gözlerinden izliyoruz. onunla birlikte abartıyoruz karakterleri ve olayları. biz neden dizi izliyorsak jd. de ondan sürreal bir bakış açısı ile izliyor çevresini. o da bizim gibi gerçeğin acılarından, sıkıcılığından ve de en önemlisi sorumluluklarından kaçmaya çalışıyor. onun bu kaçma çabası bize kendi kaçışımızı hatırlattığından olsa gerek, jd.'ye bakınca aynaya bakmış gibi oluyoruz ve keskin bir farkındalık halinde izlemek sorunda kalıyoruz diziyi.

scrubs'ın karakterleri, yukarıda da dediğim gibi, basit karakterler. hayat da basittir aslında. onu olduğundan daha karmaşık olarak görmek isteriz biz. öyle de görürüz. dağıtmayalım. eğer scrubs'ın karakterleri basit ise, ve hayat da basitse, ve biz de aristo mantığı ile klişe bir çıkarım yaparsak, ''scrubs karakterleri basit oldukları için hayatın içinden gelmektedir'' diyebiliriz. gerçekten de, çevremize şöyle bir baktığımızda her yerde bir ''janitor'' görürüz. janitor, adamım. aslında doktor olmak istiyor. ve doktorluk yapabilecek kadar da zeki. ama hastanenin hademesi. doktorlara kıskançlıkla baktığını, işini sevmediğini kabul ettiremezsiniz ona. size hademe olmayı kendisinin seçtiğini ve neden doktor olmadığını anlatabilmek için bin bir türlü hikaye anlatır. çevremiz ''ben aslında çok büyük işler yapacaktım da, hayat beni buraya getirdi'' diyen insanlarla dolu değil mi? perry cox, özünde iyi insan. baba adam. ama sorunları var. her insanınki gibi basit sorunlar. ve çoğu basit insan gibi sorunlarıyla yüzleşmek yerine acısını başkalarından çıkarıyor. robert kelso, sözlüğü açıp kapitalist kelimesine bakın, karşısında resmini görürsünüz bizim yaşlı bob'ın. eliot reed; kendisine ''insanların seninle arkadaş olabilmeleri için onların seni kullanmasına izin vermen yanlış'' diyen arkadaşına ''başka nasıl arkadaşlık kurulur ki'' diye cevap verecek kadar özgüven yoksunu. hadiii, uğraştırmayın beni, kabul edin işte, çevremiz janitorlerle, kelsolarla, coxlarla, eliotlarla dolu. sadece biz, jd. gibi bakamıyoruz onlara.

dedim ya, bu dizinin karakterleri doctor who gibi zamanın bir başına bir sonuna sıçrayıp durmuyorlar. arada hayat kurtardıkları oluyor, ama onu da greg house gibi simyacılığın sınırlarında gezinerek yapmıyorlar. basit sorunları oluyor kahramanlarımızın, bu sorunların üzüntüleri de, çözümleri de basit oluyor. kimi zaman arası bozulan iki arkadaşın ilişkisine takıyoruz kafayı biz seyirciler. bazen ölen bir yakınımızı geride bırakıp yolumuza devam ediyoruz hayata sacred heart doktorlarıyla birlikte. işsiz kalıyoruz kimi zaman, kimi zaman yokluğu paylaşıyoruz onlarla. ve, tüm bu sorunları, bu sorunlar aynı zamanda bizim de sorunlarımız olduğundan, winchester biraderlerin lucifer'i kafesine geri kapatıp kapatamayacaklarından daha fazla ilgi ile izliyoruz. (en azından ben öyle yapıyorum)

scrubs bize hayatın anlamını öğretmiyor. bir şeylerin eleştirisi falan da değil dertleri. eğer amacınız sadece gülmekse, bunu başarıyorlar. ama bunu başaran başka diziler de var. scrubs, bizi bize anlatıp bizi bize güldürüyor. işte bu scrubs'ı benim için özel yapan. kendisini bu dizideki karakterlerin birisiyle özdeşleştirmeyecek, ''beni anlatmış lan adamlar'' demiyecek bir allahın kulu var mıdır merak ediyorum doğrusu.