yönetmen selim evciymiş, tanımam etmem. filmi metheden, söyleyen falan da olmuş değil. asıl benim ilgimi çeken gülçin santırcıoğlu. ha böyle söyleyip duruyorum, yok nurgül'ün memeleri, yok gülçin'in dudakları, ondan sonra da neden laneth'ten kız düşüremedik diye ağlıyorum, daha çok ağlarım ben, sapık beni. bu envanterle beni laneth'in kızları (laneth'te kız mı var?) neylesin, anca fırat paklar. her neyse ama dürüstüm ki bu da bir meziyet çağımızda: arkadaşım hastasıyım kadının, oturdum izledim. "e bize ne?" diyorsun, dersin tabii de filmden bir iş çıkmadı bari yazayım, bir faydası olsun diyedir benim derdim. göz zevkin mi bozulur nedir yani, okumazsın olur biter.

şimdiki hükümetin internet yasakları mevzubahis iken rahmetli tonton'un (turgut özal) bir kıssası aklıma geldi, zuhur etti demek daha güzel öyle okuyun. özal'a şikayete gitmiş nakşiler, demişler, "televizyon muzır şeyler gösteriyor." gayet rahat demiş: "düğmesi var kapatırsın" ha işte hikaye o, okumazsan okumazsın. oylama da kalktı zaten, eksi falan basamıyorsun, okumasan bile buraya uğraman benim celebritym cicim.

bir türlü filme gelemeyişimizden anlaşılacağı üzere, pek sıkıcı, yani kötü de denecek bir şeyi yok, zaten bir şeyi yok, ama çok sıkıcı. şimdi dram diyorlar ya türe, sanıyor bu sinemacı efradı, hiç olay olmayacak, hep ööööyle ver sıkıntıyı, ver daraltıyı gitsin. şimdisi böyle, eskiden de '90ların "sanatsal" filmleri televizyonda çıkınca ebeveynlerim derdi: "iki kişiyle film çekmişler". dram işte ama o yani, ne olsun ki, değil mi? ifşa ediyorum: iki değil toplam oyuncu kadrosu tam 15 kişi, buna tek cümle eden otoparkçı çocuk dahil. ayrıca başta çok övdüm, şimdi 14+1 demek isterdim gülçin santırcıoğlu için, fakat o da yok. yine de biz edebimizle eleştirelim de kafamıza sinema kitapları düşmesin, hadiseden anlamıyoruz, belki ağır bir değeri vardır, altında kalmayalım.

-çok fena spoiler-
zaten ilk saniye kültür bakanlığı logosu görmüşüm, 5 dakika izleyip kapatabilirdim, öyle fena bir giriş. meğer tiyatroymuş. yalnız neden yahu, niye tiyatro, niye tiyatroda bir çiftin ilişkilerinin saçma sapan bir anlatımı ile başlıyoruz olaya? neden, sadece neden? sanatsal mı gösteriyor, ne oluyor, ben mi okuyamıyorum o sahneyi? alanon ve betty blue kardeşler gelip çıkarsınlar ekspertizini öyleyse.
-spoiler o kadardı-

bunun dışında da bir numara yok arkadaşlar, yazı bitti hatta dağılın, zaten okunma istatistiğimi yükselttiniz. ama dur bir iki şey daha söyleyeyim, uzun görüksün. selim evci aslında kısa film yönetmeniymiş, belli oluyor. yani kısa filmleri de iyiymiş diyorlar da bunun da uzununu görenlerin avuntusu olduğunu sanıyorum. kısa film alışkanlığından olsa gerek, süreklilik sağlayacağı kanısıyla çok da gerekli olmayan ve bir içerik taşımayan sahneleri 4-5 saniyelik parçalar halinde doluşturmuş. bu işin acemice yanı. kurguda keşke biraz daha özenilseymiş, zira ortada olay falan da olmadığı için filmi beş kere izlesem o sahneleri yerleştirebileceğim bir alt yapı da yok. kötü niyetten değil ama sanırım yönetmenin kafasında da o sahnelerin yerleştiği bir şey yok.

kısa ve gereksiz sahneleri atladık. gereksiz ve uzun sahneleri ne yapacağız. şimdi biz seviyoruz falan ama her güçlü kişilik kendi ekolünü yaratıyor biraz da. özellikle bu kadar boş beleş adamın bulaştığı yerli sinema sektörüne nuri bilge gibi birisi düşünce, etkileri de bir fena oluyor. fotoğrafik sahneler hesabı. iyi de gülüm, sen bize burda bildiğin yol kenarı mobese kamerası görüntüleri sunuyorsun, nerde nuri bilge, nerde seninkiler. mobeseden bir farkı varsa hd olmasıdır, odur yani. gerçi mobese kameralarının hd olup olmadığını da bilmiyoruz ya, yüz tanıma sistemi falan diyorlar, matrix'e çevirdiler resmen. ha işte öyle uzun uzun manzara çektim koydumla olmuyor bu işler, onu diyorum. bir de madem olay falan koyamadım, buğday başakları arasından adamın işemesini çekeyim, yok iki ayrılma sahnesini de dikiz aynasından çekeyim falan. tamam yap, aslında biliyorsun bunlar da kısa film alışkanlıkları, ama yap, mahsuru yok. yalnız bunu yapana kadar araba çekimlerindeki titremeyi de bir gideriver, o öyle olmaz ki. her neyse.

ayrıca madem dram çekiyoruz, eleman da fotoğrafçı olsun. bunun hikayeye bir faydası var mı? olsun, fotoğrafçı olsun, fantezi niyetine. hadi bakalım, ama bu davul fotoğrafçı arkadaş, iki dakka adam olup fotoğraf çekerken güneş gözlüğünü çıkarsın bir zahmet ya. ayrıca o kızın yanında olan insan nasıl bir vurdumduymazlıkla güneş gözlüğü takar o da apayrı tuhafiyecilik.

-daha ciddi spoiler-
aga ben bu kızı eski sevgilime benzetiyorum aslında, ondan yani benim takıntım. ha tabii canım, vardı tabii. ha yok kız meselelerini laneth'ten çözmeye kalksak, ohooo, baba iş bu ya!
-bitti o da devam et-

velhasıl sıkıcı film, bir de arabanın benzini çalışmayacak kadar bitince, öyle koymayla yürümüyor, depo temizleniyor. aklınızda bulunsun, yaşadım, 500 kağıdı da kıstırdım oradan biliyorum. son olarak sex meselesini ele alınca, böyle kadın erkek ilişkileri, tecavüz olgusu falan ya da tam tecavüz de değil ama fantazinin suyu kaçmışı gibi olanları ele alınca ortaya kaliteli sanatsal film çıkmıyor. o işin başka püf noktaları var sanıyorum. ama hep sanıyorum, bir öğrenemedim ki yerli sinemaya takılmaktan. alın lan benim aklımı alın, dağ başlarında fotoğrafik sahneler verin yerine, ben de gidip gidip van damme izlemezsem yerli sinema girsin götüme.