sinema günleri devam ediyor izninizle. bütün gün güneşin altında ve elektrotun üstünde kanım kanım kaynayan beynim müsaade ettikçe ve de fırat kapıma elinde içkilerle dayanmadıkça iki yapımcı-yönetmen ve bir görüntü yönetmeni üzerinde durmak niyetim. ezel akay kısmını biliyorsunuz, 7 kocalı hürmüz'den sonra daha bir ilgi çekici oldu benim için. diğer yönetmense ilgimi zaten hep çeken erden kıral, kısmet olursa onun bir iki filmine bakalım istiyorum. bir de erden kıralla da çalışmış jurgen jurgens diye bir görüntü yönetmeni var, avcı'da çok başarılı bulmuştum, onun diğer işlerini merak ediyorum. hani yani ben merak edince siz de merak etmiş sayılıyorsunuz, o sebeple onlara da bakacağız.

gelelim şellale'ye... yönetmen semir aslanyürek, diğer filmlerini bilemediğimiz için pek bir şey söyleyemeyeceğiz. ama kendisi antakyalı ve antakya'yı anlatmak, eski antakya'yı özlemek üzere ya da anmak üzere yola çıkıyor filmde. nedense olmuyor. tipler ve karakterler arasında o kadar derin bir uçurum var ki, antakya'yı anlatmaya çalışırken istemeden yabancılaştırma yöntemi kullanılmış gibi oluyor. ortada bir cemal var, ressam, çocuk, çocukluğu var, ilgili, yaramaz ve? hülya koçyiğit anne, iyi oyuncu, ama neresi antakyalı? selim usta, tuncel kurtiz, komünist berber, bırakın antakyalılığı komünistlikle de ilgisi yok, yusuf usta demokrat, işçi çavuşu bir şeye banzetemedik. ezel akay, kasap, çok keyifli oyunculuk ama? diğerleri, çoğu, istanbuldan toplanmışlar, antakya'da pek sırıtmışlar. filmin dili kesinlikle 50li yıllara ait değil ve korkunç didaktik. peki antaxyalı olanlar var mı; evet. hangi rollerde görüyoruz, demokrat parti yöneticisi, komşu kadın, çocuk, astsubay! astsubay arap şivesiyle konuşuyor, şehrin yerlisi istanbul, breh breh. yani film diyelim istanbul'da antakyalıların oturduğu bir mahallede geçseydi, sanırım yönetmenin işi daha kolay olurdu, zira kesinlikle kendisi antakyalı değil ya da daha üzücü olanı yönetmenlik konusunda ciddi sorunları var.

bir teknik direktör elindekilere bakar, bunları sahada konumlandırır, yapmaları gereken bir iki şeyi söyler ve kenarda oturur. türkiye liglerinde birçok teknik direktör, medyanın gazı, yönetimin baskısıyla bunları yapamaz ve kenarda oturur. semir aslanyürek, tam olarak bunu yapmış gibi. nurgül yeşilçay gibi bir oyuncuyu kulübede bekletirken, sahaya başka forvetler sürmüş. oyun sıkıcılaşıp seyirci "semih semih" diye bağırınca da tepki göstermiş tribüne, ama baskıya dayanamamış dayanamamış ve son dakikalarda nurgül yeşilçay'i oyuna almış, müthiş bir gösteri sunmuş, ama filmi kurtaramamış. filmin son dakikasında 20 saniye boyunca nurgül yeşilçayın göğüslerini çırçıplak görüyoruz ki bunu bilsek fırat da ben de bu filmi 50 kere seyrederdik, sinemada 5 kere giderdik, bilemedik. ama filmi de kurtaramamış.

bazı filmlere bakarken hikayeyi umursamıyoruz, bu önemli olmuyor, ama yönetmenin bize gösterdiği başka bir şeyler oluyor oradan kurtarıyor. yukarıda bahsi geçen avcı filmi böyle bir şey, başka bir açıdan hürmüz böyle ve daha başka filmler için de böyle olabiliyor. ama oturup 50'li yıllarda bir taşra kentini (üstelik memleketin en ilginç etnik ve dini topluluklarını barındıran, diğer taşralara göre hala merkezleşmemiş olan bir taşra şehrini) çekmeye kalkınca hikaye çok önemli oluyor. hikayenin payandaları ise karakterlerin ve onların ayrıntılarını ele veren hadisatın güçlülüğü. dediğimiz gibi bu karakterlerin hiçbiri antaxya şivesine sahip değil (küçük kız biraz, o da -yorum, -yorsunları öyle bir zorlamış ki) ve daha kötüsü fazlasıyla karikatürize edilmişler. siyasal düşünceleri (bu filmde fazlasıyla önemli bir yer tutuyor), davranışları, ilişkileri, kavgaları, her şeyleri karikatürize. bunu yapan yılmaz erdoğan olsa umurumda olmazdı. ama ezel akay'ın yapımcı olduğu ve bu derece iyi kadrolu bir filmde bunu görünce insan haliyle rahatsız oluyor.

aynı şekilde yerli sinemanın hep düştüğü ve düşe düşe de uslanmadığı solculara dair bir sik bilmeden solcu karakter gösterme saçmalığının bir başka örneği de var burada. hayır kardeşim kültür bakanlığı kafanıza silah ya da altın kesesi dayayınca tamam yapın, yapın amına koyim, biz de seyretmeyelim olsun bitsin. ama durduk yere yapmayın şunu ya. anlamadığım kendinizi salak göstermekten mi zevk alıyorsunuz, yoksa milletin salak olmasına mı güveniyorsunuz. böyle yapa yapa gerçi öyle bir seyirci oluşturdunuz ki adamın biri hakkıyla gerçekçi bir solcu karakter koysa filmine seyirciye inandırıcı gelmeyecek. beş kuruş para almadan konsept danışmanlığı ya da benzer bir bok olabileceğimi buradan duyuruyorum. filmin sonunda selim usta (tuncel kurtiz) radyodan 27 mayıs darbesinin haberini duyuyor sevinçten masaların üstüne çıkıp zıplıyor. peki gerçek ne? tkp'nin iki kanadını temsil eden mihri belli ve kıvılcımlı arasında dp zamanında içeride geçen bir diyalog:
belli: (demokratları kastederek) hocam bunlar iyice sıçtı.
kıvılcımlı: mukabız olma durumundan iyidir.
ve bu iki kanadın ikisi de 27 mayıs'ta asker yanlısı bir tutum almadılar. evet, baskıya karşı harekete geçen ve gösterilere katılan hatta biri ölen (turan emeksiz) insanları saygıyla andılar ve buna sevindiler. evet doğrudur, cumhuriyet konusunda hep son derece sıkıntılı bir bakış açısına sahipti tkp ve 27 mayıs'ı sadece usulen, namus belasına kınadı. evet doğrudur, 5-6 yıl sonra iki kanadın ikisi de ve sonradan oluşan üçüncü kanat da dahil tüm tkp kökenli kadrolar 27 mayıs'ın sözde nimetlerini savunur oldular. ama, 27 mayıs konusunda yayınladıkları bildiri (yurtdışında yayınlanmıştır) ve aldıkları tutum çok açıktır, o da bu müdahaleyi savunmaz, kağıt üzerinde de olsa kınar. yani afedersiniz ama -hele hele partisi sürekli karar değiştiren biri olarak- selim usta, masaya çıkıp zıplamaz. ve o tarihlerde moskovaya inançla bağlı selim usta pek de gizliden gizliye stalinin resmine bakıp aşk duymaz. hatırlanacağı gibi 20. kongre'nin ardından (1955) kendisi stalin konusunda hayırlı şeyler söylemeyenlerin tarafında kalmıştı. bir detay daha düğünde rakı içip enternasyonal söyleyen, dükkanda moskova radyosu dinleyebilen komünistler o yıllarda var mıydı acaba? zira ruhi su'dan aziz nesin'e sadece partiye yakın oldukları bilinen aydınlar, sanatçılar bile yılda bir içeri alınırlardı.

buna benzer birçok şey var, film öyle bir çorba olduğu için bunlar göze çarpmaz gibi duruyor. ama öykünün bütünlüğü tam da bu eksene oturtulmuş, demokrat parti dönemi, halk partililer ve siyaset temel bir hadise. eğer başka bir öykü varsa da onu ben bilemedim. tabii ki yaz filmlerinin çoğu gibi iki masum çocuk figürü var, ama onlar da o kadar havada kalmışlar ki bir şeye benzememiş. yani çocukların allaha dair tuhaf fikriyatları çok eskimedi mi sizce, küçük haylazlıkları biraz değişiklik görmediği sürece eski etkisini yaratabilir mi? sanmam.

yazık olmuş kısaca.

ama nurgül yeşilçay var, gözleri var ve finalde tek başına, sadece, bizzat, o hep görmek istediğimiz, sinemada eğildiğinde istemsiz kafamızı eğmemize yol açan bir çift göğsü var. inanın değiyor!:yani erkek olmak şart değil, benimki estetik açıdan bir değrlendirme:!.

eklenti: gelen mesajlar üzerine iki not düşmek farz oldu. birincisi gayet yerinde bir dokunuşla bir arkadaş, "oyuncuların hiçbirinin arap aksanına sahip olmaması bir yana, orada yaşayanların arap olduklarına dair de hiçbir belirti yok ki" diyor ve çok haklı. belki de "bu topraklarda yaşayan herkesin türk olma zorunluluğuna" dair inanç ya da itaat, belki de lüzumu yokken memlekette araplardan oluşan bir il olduğunu hatırlatmama kaygısı. her şekilde antakya'yı özel kılan böyle temel bir noktanın atlanışı antakyalı bir yönetmen için hoş durmamış.
ikinci mesele ise nurgül yeşilçay konusundaki yorumlarımın şık olmadığı yönünde. ama burada beni suçlamak biraz ev sahibine giydirmek kabilinden değil mi? gösterten yönetmen, gösteren oyuncu... beri yandan evet filme alakalı alakasız bu fetiş nesnesi(benim için hiç değilse) görüntüyü koymak ticari kaygılarla yapılmış ve esasında etik olmayan bir davranıştır. öyledir! ben de eğlendim geçti, ne olmuş.