broken flowers
esasında bu filme dair bir şeyler karalamak gibi bir niyetim yoktu ve bu niyetsizliğimin de kendince makul sayılabilecek nedenleri vardı sanıyorum. misal üst komşum gayet güzel bir anlatıyla filmi laneth'te ete kemiğe büründürmüş, şu halde başlığa ikincinin gelip bir şeyler zırvalaması had safhada lüzumsuz geldi şahsıma.*(*bu aslında, ikincinin bendeniz olmasıyla alakalı) neden sonra baktım ben uzun zamandır film izlemiyorum, sonra baktım izlemeyince haliyle sinema yazısı da yazmıyorum, sonra baktım jarmusch'u feci özlemişim, sonra baktım yazı yazmaya da fena halde hasret kalmışım, e broken flowers da nedense on kez izlesem bıkmayacağım türden, en sevdiğim jarmusch filmlerinden. sonra...

umarım doğru yoldayımdır. hadi bakalım.

kırık çiçekler, yüzlerce alelade beyaz zarf arasında epey dikkat celbeden pembe bir mektubun nefis bir caz parçası* eşliğinde yolculuğuyla başlıyor. mektubun alıcısı ise, kendisi bu yakıştırmadan fena halde rahatsız olsa da kusura bakmasın diyerek mecburen zikredeceğim lakabıyla modern 'don juan', don johnston. kendisiyle tanışmamızın kıçına tekmenin basıldığı bir ana denk gelmesi üzücü tabii. lakin don'a merhamet etmek ne mümkün! zira kendisi tepkisizlikle yatıp kalkan, donyağı bir arkadaş. isimsiz mektuba gelirsek, eski sevgililerden birinden gelmekte olup, 'bildiği kadarıyla çocuğu yok' bu adama aslında 19 yaşında bir oğlunun olduğunu ve bu oğlun babasını aramaya çıktığını haber ediyor. don'a kalsa bu ancak kötü bir şaka ve fakat herkese nasip olsun türden kankası winston aynı fikirde olmadığından, eski sevgililerin çetelesi, biraz dedektiflik uğraşları, bulup buluşturma, biraz araştırma sonucu don elinde muhteşem bir toplama jazz cd'si, cebinde eski sevgililerin adresleri, altında kiralık arabası, kolunda pembe çiçekleriyle hayatından geçmiş kadınları tek tek ziyaret yolculuğuna çıkıyor, meçhul anneyi tespit için.

ve tabii takdir edersiniz ki arayış bahane, geçmişle muhasebe şahane. elbette bizim için, don için bunun pek keyifli olmadığını söylemeliyim. anlayacağınız işbu film 'acaba kim?' leri yanıtlayacak, meraktan ölenlerimizi tatminle geri getirecek bir film değil. yolculuk üzerinden gelişen maceralarla don'u biraz daha tanıma şansına eriştiren, aşama aşama 'baba' figürüne yakınlaşan bu adamın sakin çabalarına tanık eden, mulatu astatke müziğine neden daha önce aşina olunmadığına hayıflandıran, ayıptır söylemesi biraz öküz bildiğimiz don'a ölmüş sevgilisini elinde pembe çiçekleriyle mezarlıkta ziyaret ettirmeyi es geçmeyip, bizi beter yanılgımızın şaşkınlığı ve suçluluğuyla başbaşa bırakan, absürt sonlara alışmış bünyelerimize*(*ne de olsa jarmusch filmi canım ) soru işaretlerinin gereksizliğinden dem vuran ama beri yandan da 'yoksa?' dedirten anlık bir tesadüfle içimize giderayak yeniden kurt düşüren bir film.

orta yaşlı vurdumduymaz bir don juan için alamet-i farikası ifadesizliği olan bill murray biçilmiş kaftanmış, gördük ki. "ama o sevgililer nedir olm don?" diyesi geliyor benim gibi seviyesiz seyircilerin bazı bazı, ne salak sulak kadınlar sevmiş bu adam arkadaş! biri desen asi emo kid tavrından daha hala sıyrılamamış, öteki desen hayvanlarla iletişimle kafayı bozmuş, eskinin hippisi zamanenin kokoşu biri, gardırop dizaynırlığı gibi abesle iştigal edeni de var. bir julie delpy'nin sherry'sini akliselim gördüm sanki, onu da don kedi olalı bir fare tutmuşken kaçırdı elinden.

evet, yazı içindeki naçizane oyun alanım serbest atış paragrafından sonra artık kapatmanın vaktidir: jim yine yarmış vesselam, belki her zamankinden daha fazla. inanın böyle düşünmemde yol filmleri müptelası olmam ya da filmin usta jean eustache'a ithaf edilmiş olması başat etken değil, diyor ve ekliyorum: iddialı bir sonuç çıkarmak gerekseydi kırık çiçekler*(*d.w.griffith'in broken blossoms'ına göndermedir), jarmusch'un da olgunluk çağı eserlerine geçmiş olduğunun resmidir, denebilirdi.

katılmamak olmaz: elbette iyi film.

(*: the greenhornes'ın there is an end'i. meraklısı dinlesin, kuşkusuz pişman olmaz.)

sonradan gelen not: üst komşum bu başlıktaki yazısını silmiş olduğundan işbu yazımdaki ikinci cümleme anlam verememeniz had safhada anlamlıdır. öptüm.

yıllar sonra: yıllar önce çok öküzmüşüm. şarkıya buradan ulaşabilirsiniz: http://www.youtube.com