1.gün

zaman hızla akıp gidiyor. boş ve amaçsızca yaşadığım şu günlerde içinde bulunduğum bataklık her geçen gün beni daha fazla dibe çekiyor. daha ne kadar nefesimi tutup içimin boş olduğuna ve çamurun üzerinde kalmam gerektiğine inandırabilirim bu bataklığı bilmiyorum. her an derin bir nefes alarak dibi boylayabilirim. insanın içinde bu korkuyu hissederken nefesini tutmaya çalışmasının ne kadar zor olduğunu kimseye anlatamam şu durumda. ama belki bilen biliyordur. belki de yalnız değilimdir bu bataklıkta. belki benim gibi nefesini tutmak zorunda olan insanlar vardır yanı başımda ve belki de biz bu yüzden konuşamıyoruzdur birbirimizle. her taraf karanlık ne bir ses ne bir ışık var. bedenim nefessiz yaşamaya alıştı sanki. içim çekiliyor, gittikçe hafiflediğimi hissediyorum hafiflemek dibe batmamı geciktirdiği için beni mutlu etse de bu belirsizlik canımı sıkıyor. herkese olur bu bazen bir şey için mücadele ettiğinde ona sahip olduğun zaman mutlu olamazsın. oysaki günlerce gecelerce onun için uğraşıp sürekli onu düşünmüşsündür ama gel gör ki onu gerçekleştirebildiğini gördüğünde birden gözünde basitleşiverir. işte ben de bundan korkuyorum az bir zaman sonra bu bataklıktan kurtulacağım nefesimi bu yüzden tutup bu yüzden olabildiğince az hareket ediyorum ama o gün geldiğinde ve ben bu bataklıktan kurtulduğumda yaşayacağım şeyler yüzünden tekrar bu bataklığa dönmek isteyeceğimden o kadar çok korkuyorum ki... eski günlerimi özlüyorum, bataklığa düşmeden önce yaşadığım şeyleri. en fazla da o kokuyu özlüyorum. neyin kokusu yada kimin kokusu olduğu önemli değil önemli olan benim onu dayanılmayacak kadar çok özlemiş olmam. o kokuyu içime çekerek uykuya dalmak istiyorum yine. hiç uyanamayacağımı söyleseler bile seve seve o uykuya dalmayı kabul edebilirim. ne yorgan ne yastık ne de rahat bir yatak sadece o koku. bilmezsiniz böyle şeyler kolay anlatılmaz ben zoru deniyorum işte niye yazıyorsam bunları. yazıyorum işte kime ne canım ne isterse onu yapmıyor muyum bu bataklık günlerinde bu da onlardan biri işte.

2.gün

bugün biraz daha dibe doğru battım. zamanı tam olarak kestiremeyeceğim ama sanırım öğleden sonra üç sularıydı daha fazla dayanamadım, biraz olsun nefes almak ve olurda birileri sesimi duyar belki diye bütün gücümle bağırdım karanlığa doğru "yeter" diye. duyanınızın oldu mu? olsaydı eminim yardım ederdiniz siz çok sevgili dostlarım(!) ama benim nerelerde ne hallerde olduğumu bilmediğiniz ve sesim size yetişmediği için koşamadınız yardımıma değil mi? biliyorum ve bundan çok eminim(!) eğer sesimi duysaydınız elinizden ne geliyorsa yapardınız(!). olsun yinede bunu bilmek beni azda olsa hafifletiyor. sanırım biraz daha dayanabilirim bu belirsiz batışa. insan yalnız kaldığı anlarda her şeyi daha ince ayrıntısına kadar düşünebiliyor. geçmişini sorguluyor bir nevi ve yerli yersiz yeminler ediyor şuradan çıkarsam şunu şunu şöyle yapacağım diye. sonra içten bir siktir çekerek kendi kendini yalanlarcasına sen busun işte istesen de değişemezsin ki diyor. az önce bir yıldız kaydı, bana göz kırptı gibime geldi o bilmese de okkalı bir küfürde ona ettim içimden. ben burada hareketsiz dururken onun istediği gibi kaymaya hakkı yoktu. başka zaman olsa belki bir dilek tutardım olmayacağını bildiğim halde ama bu sefer durumlar farklı yine böyle bir şeyin olmayacağını bilerekten cinsellikten çok uzak bir şekilde içersinde cinsel unsurlar bulunan bir kaç cümle kurdum bu yıldıza o tamamen bundan habersiz sessizce kaydı ve kayboldu. benim de sonum böyle mi olacak diye düşünerek nefesimi tutmaya devam ettim...

3.gün

üç gün oldu. üç koca gün kimse beni aramaya çıkmamış, kimse yokluğumu hissetmemiş. yalnız olduğumun farkındaydım bundan garip bir zevk alıyordum. ama bu kadar vahim durumda olduğumu bilmiyordum. kimse demedi mi "ya bu s..... nerelerde kaç gündür gözükmüyor diye?". ayrıca daha ne kadar nefesimi tutabilirim daha ne kadar dayanabilirim hiç bir fikrim yok. uzun zamandır sigarayı bırakmak istiyordum ne güzel üç gündür sigara iç(e)miyorum galiba bu sefer kurtuldum bu illetten. gerçi bu durumda ve bu kadar unutulmuş olmaktansa bembeyaz bir odada, duvarında zamanın önemini her tik takta hatırlatan mavi - evet evet mavi olmalı beyazın yanına en çok yakışan renk bence - bir saat olan küçük bir oda da, beyaz bir sedye ve sedyenin görünmesini engelleyen bir paravanın olduğu küçük bir odada olmam. o küçük oda da kırklı yaşlarının sonuna yaklaşmış hafif kirli sakalı olan siyah - evet evet siyah ölüm haberi verecek olan her doktora yakışabilecek bir renk - bir önlük giymiş olan doktor yavaş yavaş yanıma yaklaşsaydı. bütün babacanlığı ve çaresizlikle gülümsemeye çalışan bir insanın suratındaki o aşağılık gülümsemeyle "sana sigara içme diyen olmadı mı hiç evlat" deseydi. sonra bütün o babacanlığı ve gülümsemesi kaybolup bir anda ciddileşseydi elini omzuma atıp "sigara yüzünden ciğerlerinde oluşan lekeler bütün her yeri kapladıktan sonra damarlarının tıkanmasına sebep olmuş evlat" deseydi. bunları duyduktan sonra yüzümde oluşan aptal gülümsemeye şaşırarak konuşmasına devam etseydi ve ben söylediklerinin son cümlesinde içimden okkalı bir küfür savurarak aptal gülümsememe engel olsaydım. o cümle binlerce kez beynimin içinde yankılanırken odadan çıkmaya çalışsaydım. - son günlerin evlat elimizden başka bir şey gelmiyor -.
eminim bundan daha mutlu olurdum bu sahnede. bu bataklıkta insanlardan uzakta unutulmuş bir vaziyette olmaktansa ölüm haberimi o doktordan duymak daha az acıtırdı canımı...

4.gün

uzaklarda sarı bir ışık gördüm bugün. umudun rengi bu olmalı dedim kendi kendime. geliyorlar. biliyordum geleceklerini. az kaldı kurtulacağım buradan...

5.gün

yaklaştılar... beni göremeseler de ben artık onları çok net görebiliyorum. ikisinin gözleri görmüyor, üçünün kulakları işitmiyor, bir tanesi hepsinden uzun boylu o da konuşamıyor diğer dördünün ise ruhları kayıp toplam altı kişiler. iki kişi etrafa bakınarak beni görmeye çalışıyor, üç kişi ise benden bir ses yada çığlık duyabilmek için sessizce sessizliği dinliyorlar, uzun boylu olan ise var gücünle "s......" diye bağırıyor. diğerlerinin ise umurlarında olduğumu sanmıyorum onlar laf olsun s......'ın başı sıkıştı da yardıma koşmadık deyip de ayıplamasınlar diye düşündükleri için buradalar. iyice yaklaştılar ben hepsini görüyorum, duyuyorum bağırmak istiyorum ama dört günden beri nefesimi tuttuğum için ağzımı açtığımda ciğerlerime hava dolmuyor artık ciğerlerim oksijensizliğe alıştılar çoktan. ama umutluyum çok değil az sonra aralarından iki tanesini beni görecek, üçü duyacak, biri ise - uzun boylu olan - işte s.... orada diye bağıracak. diğer dördü şaşıracak 4 gündür kayıp hala yaşıyor diye düşünecekler garip bir şekilde, istem dışı beni takdir edecekler. hayat mücadeleme imrenecekler. nasıl oluyor da bu kadar yaşama sevinciyle dolu bu çocuk diye bana küfredecekler içlerinden. yanıma gelecekler sonra bataklığın kenarından bir ip atacaklar bana. "ipe tutun diye bağıracak uzun boylu olan gözlerimle tamam işareti yapacağım onlara sadece ikisi görecek bu hareketi. ipe tutunacağım sonra içimden "ne olur tanrım bu bataklıktan çıkıpta göreceklerimden sonra buraya dönmek için yalvarmak zorunda kalmayayım" diye. beni bataklığın kenarına çekip su verecekler bana bir yudum alacağım o sudan içtikten sonra mideme inene kadar hissedeceğim o suyun içindeki hidrojeni. ve şükredeceğim sonra tanrıya hidrojeni ve oksijeni yaratıp bir araya getirdiği için. bir sedyeye yatıracaklar beni dağcıların kullandığı sırtta taşınabilen ve katlanabilen bir sedyeye, evimdeki yataktan kat kat rahat gelecek o sedye bana ama ben nankörlük edip yatağımı özledim diye düşüneceğim. ardından kendime küfretmeyi ihmal etmeyerek. son bir kez yavaşça doğrulup içinden çıktığım bataklığa bakacağım ve sonra gözlerim kapanacak o kadar gün nefessiz kaldıktan sonra düzene girmeye çalışan ciğerlerim yoğun bir baskıya maruz kalacak ve beynime kan gitmeye başladığı an ben derin bir uykuya daldığımı sanarak bayılacağım.
böyle olacak işte bu bataklıktan kurtulmam az kaldı. yaklaştılar...

6.gün

hala beni fark edemediler. umutsuzluğa yakışacak bir renk düşündüm. hiç bir rengi yakıştıramadım bu duyguya. siyah önlüklü doktoru özledim...

27.gün

yirmi yedi gündür bu bataklıktayım. en son bahsettiğim altı kişi beni görmeden yanımdan geçip gitti. umutsuzluğa yakışacak bir renk düşünmüştüm o günlerde ve hiç bir rengi yakıştıramamıştım bu duyguya. şimdi biliyorum ve ben o rengin içinde kaybolup gideceğim az sonra. kendimi mutlu hissediyor gibiyim bu rengin umutsuzluğa bu kadar yakışabileceğini hiç düşünmemiştim belki de mutlu hissetmemin sebebi budur. en sevdiğim renk en sevmediğim duyguyla anılıyor sonuma yaklaştığım şu dakikalarda. hala düşünebiliyor ve düşündüklerimi bir şekilde (ne şekilde olduğu hiç önemli değil) bir yerlere not edebiliyorken son sözlerimin kayıt alınması bu durumda belki de benim için dünyanın en güzel şeyi. evet bundan tam yirmi yedi gün önce talihsiz bir şekilde tek başıma yürürken (ki ben tek başımayım hala) bu bataklığa düşüverdim. korkmuştum, çaresizce çırpınmaya başlamış sesimin çıktığı kadar bağırıyordum. kimse duymadı, kimse görmedi... biraz sakinleşip düşününce çırpınmamın beni daha çok dibe batıracağını ve ben nefes aldıkça daha çok ağırlaşacağımı ve bunun dibe batışımı hızlandırdığını farkettim. o dakikadan sonra sessizce ve nefesimi tutarak birilerinin benim yokluğumu fark etmesini bekledim. yokluğum fark edildiğinde beni aramaya çıkacaklarını ve ne olursa olsun beni bulup bu lanet yerden kurtaracaklarını ümit edip durdum. şu anda kimse beni anlayamaz aranızdan hiç kimse yirmi yedi gün boyunca aç, susuz ve nefesini tutarak yaşamadı. o yüzden beni anlamaya çalışmayın. delinin biri kuyuya taş atmaya çalışırken kendi düşmüş kırk akıllıda onun yokluğunu fark etmeyip onu düştüğü yerden çıkarmaya çalışmamışlar diye düşünün. sanırım bu sizin için anlaşılması daha kolay bir yaklaşım olacak. ve o deli bugün bütün umudunu yitirmiş, birazdan bu bataklığa gömülecek. şimdiye kadar toplamda (altını çizerek söylüyorum toplamda) altı kişiden başkası yokluğumu fark etmedi ve benim için hiç bir şey yapmadı. ben böyle olmaz sanıyordum. toplamı falan umurumda değildi biri benim olmadığımı fark etsin ve kurtarsın istiyordum. olmadı... bu size hiç yakışmadı. hatırlayabildiğim ve bilincimin açık olduğu son dakikalarda çevremdeki insanlara bu size yakışmadı cümlesini kurdurtmamalıydınız bana. yaptığınız yada yapmadıklarınız değil bu cümleyi bana kurdurmuş olmanız size hiç yakışmadı. belki başka bir filmde, başka bir sahnede, başka bir replikte -iyi ki varsınız siz olmasaydınız ben şu anda yaşamıyor olacaktım veya bu ve buna benzer acemi bir senaristin elinden çıktığı her halinden belli olan klişe bir cümlede tekrar karşılarız. özür dilerim, çok uzun cümleler kurduğum için bir kaç kere okumanız gerekebilir ama eğer bu yazıyı buraya kadar okumuş ve az önce kurduğum uzun cümleyi başa sararak tekrar okuduysan batışım biraz olsun anlam kazanmaya başlamıştır benim için. dilerim hiç biriniz böyle bir hayat yaşamaz ve böyle bir yerde yok olup gitmeyi hak edecek kadar silikleşmezsiniz hayat karşısında. sizi incitecek bir şeyler söylediysem kusura bakmayın. özür falan dilemeyeceğim. kendi tercihim olan hayatım kendi tercihim olmayan lanet bir bataklıkta son buluyorsa yaşadığım hayatı, son dakikalarında birilerinden özür dileyecek kadar aşağılamamı beklemeyin benden. umarım sizde lanet bir bataklığa düşmeden önce, nefes alıp verebilmenin ne kadar değerli bir şey olduğunu fark eder kurduğunuz cümlelerin bu kadar değerli bir nefes yardımıyla kurulabildiğinin farkına varır ve ona göre cümleler kurarsınız. çünkü inanın bana nefesimizin değerini anlamadan kurduğumuz cümlelere dikkat etmiyoruz hiç birimiz. ve boş konuşuyoruz. (-konuşuyoruz çoğulluk belirten ve içinde benim de olduğum bir kelimedir) bitti. sonunun böyle olmaması gereken bir masal, bir öykü, bir tiyatro oyunu, bir roman, bir film, bir hayat burada son buluyor.

son.