bir süredir etmek istediğim tek laf bile yok. vakit yok, sorun yok, anlam yok, biraz da ruhum yok üzerine afiyet. bir de felaket kalabalık. kapılar hiç bitmiyor ve kapım hiç susmuyor. tam da iddia ettiğin gibi. ama bildiğin gibi değil. her şeyi bilen küstahlığıma benzeyen o her şeyi bilen küstahlığın gibi de değil. sevmekle nefret etmek arasındaki o incecik köprüden bir o yana bir bu yana başka nasıl düşebilirsin? aşağıya bakmaktan bu kadar korkuyorsan, kafanı çevir olsun ve bitsin.

kızgın değilim. bunu ne kadar isterdin bilmiyorum ama kızgın değilim. işleri nasıl yürüttüğünü başından beri görebiliyorum. sen yoluma çıkmadan az evvel elime amel defterini vermiş gibiler. ben ilk lafı etmeden az evvel kulağıma o eşsiz sufleyi vermiş gibiler. adını nerden bildiğime hayret ettiğin sırada ben ne zaman beni öldürüp bir dolaba sokmaya çalışacağını kestirmeye çalışıyordum. sen bavullarını toplarken ben gidemeyeceğin günün gelmesini bekliyordum. sen o kızı terkedip de terkedilmişi oynarken ben acıdan aldığın mutluluğu nasıl da kıskanıyordum. bu ağızları bırakalım. bu ağızlar sesleri anlaşılır kılmayı öğrendikleri günden beri aynı hikayeleri anlatıyorlar. hazır konuşmaya başlamamışken baştan alalım. "benden güzeli var mı?" diye soran herkese "bu ne biçim soru!" diye çıkışan aynanın önüne geldiğinde sen herkesten farklı bir soru sor bakalım;

"bana benziyor diye mi öfkeliyim yoksa artık benzemiyor diye mi?"

ve sonra biraz sakin ol. çünkü hayat sandığından o kadar uzun ki geçmişe dönebilecek olsaydık bile dönmeyi göze alamayacaktık.