whatever works
karsız, ayazı bol ve had safhada sıkıcı geçen şu kış günlerinin tüm kasvetini silip süpüren ne olabilir?

bana sorsanız bir woody allen filminin vizyona girmesi, derim. evvelki sene vicky cristina barcelona ile yaptığı gibi bu yıl da whatever works ile woody'nin imdada yetişmesinden sonra şunu düşündüm: "iyi ki woody diye bir herif var.iyi ki film çekiyor ve iyi ki filmleri hep bu bombok kış mevsiminde buralara uğruyor."

whatever works, kendinden gayrı tüm insan türü örneklerini 'tırtıl' olarak gören, iq su 200, götü tavana değen, ukala,fazlasıyla açık sözlü, nobel adayı fizikçi boris yellnikof'un hikayesi.film ihtiyar cafe filozofu boris'in seyir sürecinde çokça rastlayacağımız entel nutuklarından biriyle açılıyor.boris masadaki 'tırtıl'lara meramını anlatmaya uğraşırken ansızın bu filmi halihazırda izleyerek bir hollywood'luya yine havuzlu ev parası çıkaran biz salak seyirci güruhuna işaret etmek suretiyle meydana getirdiği bir tür yabancılaştırma efektiyle de küçük çaplı bir şok yaşatıyor izleyenlere.o andan itibaren arkadaşlarınca başlatılan ısrar bombardımanları üzerine bize hikayesini anlatmaya razı oluyor.nasıl zengin eşini,lüks evini,yale'de okuyan oğlunu,sicim profesörlüğünü ardında bırakarak new york'un bir köşesindeki salaş dairesinde 'zombi' dediği veletlere satranç öğretmenliği yaparak yaşamaya başladığından bahsediyor.anlatı arasında bize,sağlıklı yaşam zırvalıklarına,dünyanın hal ve gidişatına sataşmaktan da geri durmuyor.eğlenceli bir şeyler isteyen salaklara filmi izlemek yerine gidip ayak masajı yaptırmalarını salık verirken, her gün birkaç tabak meyve yiyerek yaşayacaksa yaşamak istemediğini çünkü meyveyi hiç sevmediğini söylüyor.dünyanın sahteliği için fazla gerçek olan bu adamın dobralığına alkış tutmakla beraber,genel olarak insanlarla bir problemi olduğunu ufaktan çakmaya başlıyor ve ayak masajı istemediğimizden bir kez daha emin olduktan sonra temaşayı sürdürüyoruz.

aynı seyrinde sürüp giden boris'in yaşamına bir gün kapısının önünde bitiveren, mississippi'den kaçmış taşralı kızcağızımız melody'nin dahil olmasıyla asıl hikayeye giriş yapılıyor. zeki sayılabilecek bir insanı bile kendisine denk görmeyerek insan dışında her tür küçük nitelemeye sokan boris'in abartıya varacak derecede bir saflık ve hatta aptallık potansiyeli taşıyan melody'ye karşı tavırlarının nasıl olduğunu tahmin edersiniz.ama bu bir woody allen filmidir ve zekası,hazırcevaplılığı vb. daha pek çok vasıflarıyla etrafındakileri böcek gibi ezen başroldeki moruğun üstünlüğü zaman zaman tersyüz edilir.rasyonaliteyi her dem yücelten boris'in yersiz korkuları (karanlıkta uyuyamama gibi),türlü paranoyaklıkları,toplumsal kurumlara,adetlere ateş püskürürken diğer yandan elini yıkama esnasında happy birthday'i söyleyerek küçüklükten kalma komik bir ritüeli sürdürmesi de kadraj dışında kalmaz.böylelikle biz 'tırtıl'ların eline bazı kozlar geçer gördüğünüz üzere. üstelik kozlar bunlarla da sınırlı değildir, en bombasıysa "senden hoşlanmaya başlıyorum desem ne dersin?" diye soran melody'ye "başlama derim." cevabını veren boris'in kısa bir zaman sonra kıvama gelmesiyle tüm bu 'cool'luluğunun kendisine yedirtilmesi. yedirteninse modern bir marie curie değil de zamanında güzellik yarışmalarının birinden ötekine koşmaktan öte icraati olmamış aptal sarışın melody olması. ama sadece sürprizlerin yerini bir başkasının almasıyla değil, boris'in bile artık bazı gerçekleri kabullenmesiyle de işbu şaşırtıcılığın bomba etkisi azalıyor. flashbackler sayesinde tanık olduğumuz üzere önceki eşine ayrılmak istediğini söylediğinde "ama dışarıdan bakınca çok uyumlu bir çiftiz." itirazıyla karşılaşan boris tüm hazırcevaplılığıyla yine cevabı yapıştırarak farkındalığını hafiften çaktırmıştı: "sorun da bu." melody'nin hayatına girmesinden sonraysa boris'in açıkça ifadeye kavuşturmasıyla anlarız ki aşkta mantığa yer yoktur ve daha da önemlisi bu müşkülpesent dahi boris'in bile kabullendiği bir gerçektir.

hikayenin doluluğu ve dallı budaklılığı bunu biraz da melody'nin ebeveynlerinin de olaylara dahil oluşuna borçlu. 'ahlaklı' ve iyi hıristiyan ev kadını annenin serbest seks yanlısı bohem bir fotoğraf sanatçısına evrilmesiyle , muhafazakar babadaki içkin eşcinselliğin birden ortaya dökülmesi sırf güldürü öğesi teşkil eden birer ironik dönüşüm olmayıp halihazır toplumsal yapı ve ilişkiler üzerine de ciddi anlamda sorgulamaya itiyor.babanın barda geçireceği dönüşümün eşiğindeyken, neden evlenip çocuk sahibi olduğu,aile kurduğu sorusuna verdiği cevap bu yönden es geçilmeyecek cinsten: "çünkü geldiğim yerde öyle yaparlardı."

---spoiler---
ironi demişken,filmde ironinin babası ise kanımca metafiziği mizahına her dem malzeme eden boris'in en sonunda bir medyuma abayı yakmış olması.
---spoiler---

whatever works, insan ilişkilerini özellikle deşerek ilişkilerde kanıksanmış olan yaş,zeka,statü vb. denklik ölçütlerinin ve cinsiyet uyumunun anlamsızlığını ima ederken,sadakat yükümlülüğü üzerine de düşündürtüyor gibi.
boris'in hikayesinden çıkardığı kıssadan hisselere otlanarak diyebiliriz ki 'nasıl istiyorsanız öyle yapın.' adıyla bile derdini az çok anlatan film insanı toplumun kalıplarıyla şekillenmeye itiraza, tercihleri belki bir kez daha gözden geçirmeye, ezber bozmaya !:bu tabiri azıcık yakıştığı için kullandım.lütfen ardında başka niyetler aranmasın.baskın oran'ı hiç sevmem.:! teşvik ediyor. nasıl mı? şunu söyleyeyim didaktizmin i'sinin noktasına bile yer vermeden, her yanından sapasağlam woody mizahı sızan diyaloglarla,güçlü ve alaycı bir eleştirellikle.tabi memnuniyetin hasıl olmasında larry david faktörünün payını da göz ardı etmemek gerek.

son olarak diyeyim ki boris yellnikof bir 'tırtıl' ın yazmış olduğu bu yazıyı görse ne söylerdi, ya da yazıyı nasıl değerlendirirdi az çok biliyorum.ancak güzelliğime on üzerinden kaç vereceğini düşünmek bile istemiyorum . hele evan rachel wood'a bile on üzerinden beş verdiği düşünülürse...