korkunç bir şark çıbanı geliyor ne vakit elimi atsam çeneme, sırtımdaki ağırlık giderek çekilmez oluyor, gülüyorsun değil mi?

bir zaman galatalı bir kilise şövalyesi ile birlikte at sürüyorduk, ben bir ara fazla yobaz görünmüş olmama yol açacak şekilde kafirliğe sövdüm. bana o vakit şu hikayeyi anlattı:
bir galatalı, bir beşiktaşlı ve bir fenerbahçeli kilise şövalyesi kutsal tarikatlerinin bütün güçlerini arkalarına alıp tanrı'nın hangisine daha yakın olduğunu tartışmaya başlamışlar. her biri kendi lehçelerinin tanrının dili olduğunu iddia ederlermiş. kararsızlık anında gelen bir öneri ile tanrıyla konuşabilen tek adama, patriğe bunu sormaya gitmişler. ve patrik onlar için sorularını tanrıya iletmiş.
şaşırarak sordum, "peki tanrı ne söylemiş patriğe"
o vakit şövalye hafif bir istihza ile yanıtladı: "tabii ki galatasaraylı olduğunu"

ellerim uyuşuyor sabahları biliyorsun, kolumda saç taneleri bulduğumu sanmam yol açıyor ve öyledir ya sakat askerler uzun zaman kopan uzuvlarının ağrıdığını anlatırlarmış.

yahudi, van havliyle daldığı kilisede karşısına çıkan zayıf, yaşlı ve kel keşişi yakalamış. keşiş, ne olduğunu anlayamadan, yahudi yalvararak domuz eti ve şarap istediğini söylemiş. keşiş oruç zamanı olduğunu ve paskalya'dan önce bunları sunamayacağını, hem kilisenin kutsal sofrasına bir sünnetliyi almalarının doğru olmayacağını belirtmiş. "fakat" demiş yahudi "bu gece kıyamet kopacak hemen sizin dininize geçip, tövbe etmem lazım. ticareti severim dostum lakin cennet teklifinizi tepemem" keşiş kıyamet lafını duyunca titremeye başlamış ve tanrının yoluna bir kafiri çekmenin getireceği sevabı hesaplayarak yahudi'ye domuz ve şarap çıkarmış. uzun uzun yemiş yahudi, yemiş geğirmiş, yemiş geğirmiş. sonra keşiş vaftiz zamanının geldiğini söyleyip yahudiyi tekneye sürüklemeye başlayınca, yahudi "tamam" demiş "kıyamet kopmayacakmış boşuna heyecanlanmışım, sadece açlıktanmış, formaliteleri sonra hallederiz" diyerek kiliseden ayrılmış, çıkarken ıslık çalıyormuş.

beynimde bir ur olduğu umuduna kapılmıştım bir zaman, evren kendimi çoğaltmadan yokolmama hükmetmişti ve dahiyane bir plandı. kasıklarındaki sivilce yerli yerinde, bunu gördükçe kader daha bir huysuz oluyor, evren benimle çok zaman aynı kanaati paylaşmıyor.

bir trol varmış uzak kuzey ülkelerinin mağaralarında yaşayan, bir sabah evinden uzaklaşmış, bir av peşinden. avını uzun yollar kovalamış, sonra bir köy yakınında bir şövalye ile karşılaşmış. şövalye ayrıca bir kontmuş ve ona doğru sürüp atını baltasını kaldırmış (kuzeyli şövalyeler baltayı kılıca tercih ederler) trol, sadece kenara çekilmiş. ne uzun kollarını kaldırıp kendini savunmuş trol ne elindeki labutu savurmuş şövalyeye, genizden gelen bir sesle aşkını ilan etmiş sadece. şövalye çeyizini sormuş, mağarasındaki altınları ve değerli taşları anlatmış trol, bir insana göre yüklü bir servetmiş. kilisenin iznini almaya gitmiş şövalye ve o gece ikisi için de bir daha sabah olmamış.

saçlarım hala dökülüyor bir de söylemeyi unutmuşum, kına mı iyi gelir demiştin?

patrikhaneye yeni atanan bir köy rahibi varmış, bazilikayı saran demir parmaklıkları bir türlü anlamamış.

bu başlıkları komple outleth'e mi taşısak, ne dersin?
tümünü göster