kehanetin aslı söylenmemesinden geliyor, hiç hatırlatmadım saçlarının kızıl tonlarda bayrak gibi olduğunu, belki ben sanmışımdır.

bir fakir varmış, eline ekmekten öte ancak tuz geçen. köprünün başında dilenirmiş, bir gün önüne düşen bir büyük paraya sevinmiş, çok hayaller kurmuş, hayalinde o parayla açtığı dükkan, içine doldurduğu mallar, sonra itibar ve şeref varmış. polisin biri eğilip almış parayı mendilden, bu da buranın kirası olmuş, köprü esnemiş biraz, balıklara uzaklaşmalarını tembih etmiş.

saçlarını elime aldığımda canlı bir yan bulamadım, saçların ne çok sevmişler benim dışımdaki kimyasal dünyayı, saçlarına bakıp elime almak istedim, yine de kesemedim kafanı.

sarı bir lahana düşmüş önüne bir gün pek muteber şahsın. yemeyip yanında yatmayı düşünmüş, yedirememiş, kul hakkı vardır diye kenara koysa bozulacakmış. o hafta ava çıkıp iki büyük dişli yaban domuzunu avlamış, kebapçenin yanında götürmüş lahanayı, elbette turşuların sırrı içlerine konulan sarımsaktaymış.

saçlarıma dokunduğun vakit utanmıştım, belli etmediysem hediye kalsın. ilk beyaz teli 19 aralık'ta görmüştüm, yine de yumuşak ve insancalar farkettin değil mi?

bir bahar sabahı güneşle uyanıp kırlara fırlamış delikanlı, dokuz ağaçtan yedi meyve koparıp önüne koymuş, fal bakıp sevdiği kızı seçecekmiş hesapta, ağaçlar kurtlu çıkmış, dut çok bilindik bir numarayla sallanınca meyve veriyormuş.
tümünü göster