yedi yaşımdan büyük değildim. ben dayımın benden iki yaş büyük olan kızıyla birlikte köprüden geçerken, abim erkek kuzenlerimin birkaçıyla o köprünün altındaki suda serinliyordu. seslenip bizi durdurdular. abim boğulmuş numarası yapacakmış, biz de gidip anneme bu haberi verecekmişiz ve böylece hepimiz şu güzel yaz sıcağında bakalım ne kadar eğlenecekmişiz. ne istedikleri şeyin ne olduğunu bilecek kadar görmüş geçirmiş, ne de büyüklerin işine burnumu sokacak kadar sivrilmiş değildim henüz. izleyici kalmakla yetindim. kuzenim leyla koşar adım oynadı rolünü. ev zaten suyun ikiyüz metre filan ilerisinde; bir solukta vardı. nasıl bir beceriyle sergiledi bir sonraki sahneyi hatırlamıyorum, çünkü hafızam o günden ve belki de koca bi çocukluktan geriye kalacak en nadide sahnelerden birini seçmişti bile.

annem o iki yüz metrelik mesafeyi, ağaçlara vura vura, taraçalardan düşe düşe, sanki bu dünyaya ait değilmiş gibi koşarak ve abimin adını gökyüzünü yırtarcasına bağırarak alırken, aklımın köşesine sinmiş olan en canlı görüntü başından düşen bir örtü, ve saçlarını kafasıyla birlikte koparmaya çalışırcasına yolan bir çift eldi.

arkasında kalakaldım.

sonrasını izleyebilenlerin anlattığına göre, abim o büyük taşın üzerinde gerçek bir ölü kadar hareketsiz yatıyormuş. annemin kendisinin bedenini bulduğu anı kaldırabilecek gücü bulamayınca, oyunculuk kariyerini yerle bir eden bir sızıya yenik düşmüş ve gözlerini açıp şaka yaptığını söylemiş anneme.

rivayet edilir ki, o gün orada olan hiçbir çocuk, hiçbir şeyle eğlenememiş uzunca bir süre.

ben olan biteni göremediğim bir yerde donmuş halde beklerken, annemin çığlıklarının sustuğu yerde abiminkileri saymaya başladım. annem ona unutamayacağı bir dayak çekti, ben olayı anlayıp da oh çektiğimde yirmi dört yaşındaydım.
tümünü göster