her şey planlandığı gibi giderdi
planladığın gibi...
parçaları dağıtılmış küçük bir bulmaca parçasıydım ruhunun her geçene selam verdiği köşesinde
her seferinin durağında..
her durağının dudağında..
yolunun en küçük yolcusuydum dolayısıyla en güvenilmezi
küçük bir çocuğun verdiği selam okunurdu yolunun son durağında
her geçenin bir öpücük kondurduğu
ama hiç bir geçenin geçmiş sayılmadığı uzak bakışların vardı
sana göre ben artık geçmiştim son selamımı da vererek
oysa,
henüz gelmeyenlerdendim...

defoldum hayatından
canım, gerçekten cehennem'deydi.
bunlar senin gittiğin, ezbere bildiğin ve artık ezbere selam verdiğin yaşlı ve donuk bakışların sahibi soğuk şehirlerden öğrendiklerindi sadece
kanayan dizlerimin damlalarıydı onlar aslında, seni kandırdığım yek yerdi.
unuttuklarıyla yaşamalıydı insan ve dolayısıyla "bütün sevgililer ayrılmalıydı",
son durağındaydım ve artık transtaydım.
geçmiş diye sayılmayacak kadar küçük bir ruhtum ve kestiğin, sildiğin her bir fotoğrafta parça parça çoğalıyorduk
sen, sen olmadığın bir zaman söylediğin "paranoyak" hallerim başlamıştı işte bitmeyen bir yol sonu
dizlerim kanardı ve sende gözlerini bırakan herkes dizimin kan damlasıydı.
içimde çoğalttığın binlerce küçük çocuk vardı her söylediğine zırlayan,
her söylediğine dizinden yeni bir kan damlatan
kendi içimde uzak yolcularım vardı bir yerimden bir yerime ulaşmaya çalışan...
her organıma selam veren, yırtık fotoğraf parçalarım ve her birinin elinde senin hayatına dair ayrıntıların heceleri oynardı
sedef ikliminde oyuncaklardı
deniz kokan kan damlalarıydı pıhtılaşmasına asırlar kalan
umutsuz kalan sokak çalgıcıların her bir notasında zırlamaya devam eden, sesin olmadan da her birinin içinde binlerce yolcu olan kendi içimde yolcularım vardı gerçekten de...
her birinin selam verdiği, selam verdikçe "geçmiş"ten sayıldığı uzak yolların vardı her seferinde tekrar etmekten nefretimi bileyen...
her yüz metresinde karşıma çıkan ve her biri içimdeki uzak yolcuları alıp götüren bir sürü "sen" vardı.
her hecesi, her bir soluğu aşk kokan, üstünde dumanı tüten ve uzun bir yolculuğun ardından karnımı doyuran pirinç taneleriydi aşık olduğum en son
biliyorum, bu sana bir ihanetti..
içimi ısıtan, dilimi ıslatan ağzın vardı taptığım, her taptığımda selam verdiğim içimin yolcularıydı beni senden alıp götüren..
bana bir ihanetti..
her gidip gelişin, içimdeki yolcuları alıp götürürdü,
artık ne bir yolcum kalırdı, ne yol, ne durak, ne selam, ne de beni doyuracak bir pirinç tanesi..
ihanetti...