tarihin bir zamanında, siz daha her şeyin başında ama hayatın sonundayken, aklınız henüz başınıza hiç gelmemişken ve gönül henüz hiç kışı yaşamamışken, otlar, çiçekler, böcekler hep sizinle el eleyken o çıkar karşınıza....

genellikle hiç olmadığınız kadar bakımsız gününüzdesinizdir. tırnaklarınız kırık ve ojeleriniz yarı çıkıktır. muhtemelen o gün soğan, sarımsak, sucuk yemişsinizdir. saçlarınız jölesizdir. kıyafetinizde korkunç bir renk cümbüşü vardır ve büyük ihtimalle o gün yılın rüküşü olmaya adaysınızdır. annenizle tartışıp evden öyle çıkmışsınızdır yada ev arkadaşınız kirayı ödemeyi unutmuştur ve sinirden çatlamak üzeresinizdir.

tam bu sırada karşınıza çıkmıştır "o"... ilk etapta dikkatinizi çekse bile kendinizle o kadar meşgulsünüzdür ki berbat karşılaşma anı yaşanır işte... bu sırada gönül fikrinizi sormaz, eros duruma aldırmaz. ok yaydan çıkmıştır bi kere... aynı oku ona'da fırlatmışsa ne ala.... ama ya atılan ok sadece size isabet etmişse... işte o zaman başlar gönül kışını yaşamaya.

hayatın sonu mu sanki??? hıh... ne saçmalık. elbette değil. ama sonu işte. ille de o der yürek. susturabiliyorsan gel sustur! susmaz ki... bi ona çarpar, bi ona susar. otlar, çiçekler o kokar, böcekler adını vızıldar. sonra da aşk acısı derler buna. doğru bi yerde. ok yarasının acısı bu. ama adı eros hainliği. bi fikrimizi sor önce be... bakalım ben istiyor muyum? ama sormaz, sormaz işte...

herkese baharların yaşandığı aşklar dilerim...