ben kendi hikayemi yazmaya uğraşıyorum. sen başka hikayelerin kıyısında duruyorsun inatla. kendi hikayene inanmamakta diretiyorsun. aslında hikayelerimiz durdukları yerde dursunlar istiyoruz. bizden kopup gittiklerinde telaşlanıyoruz. sıradanlıklarına dönsünler, aynı ritimde nefes alalım diye, gerisin geriye dönüyoruz. bazen oyun oynamak istiyoruz. ben bir yerinden dönüvereceğim hatalar biriktiriyorum. düşüyorum, kalkıyorum. eşeğini kaybedip bulan köylü misali mutluluklar icat ediyorum kendime. sen de kıyılardan sığ sulara cesur adımlar atıyorsun. boyunu aşmayacak kadar ilerlemek bile fazla geliyor değil mi? kıyısında durdukların seni bir buz dağı zannederken, sen hayal kırıklıklarıyla içten içe çözülüyorsun. kıyılarında yıpranıyorsun o hikayelerin. kimse bilmez ve anlamaz oysa. kimsenin anlaması ve bilmesi için yaşamıyoruz şükür ki!
oyunların sonunda ben yaygaralar koparırken sen buruk bir gülümsemeyle duradurursun. üçe kadar saymak kopan bir fırtınanın ardından sakinleşmek için yeterliyken; buruk gülümsemeler, dudaktan kalbe doğru sızdıkça sızarlar. ne zaman olursa olsun, şifa niyetine dokunsunlar isteriz kalbimize. biri bizimle hemhal olsun. 'öyle' dokunup geçsin. paylaşılmayacak yüklerimizi görsün. teslimiyetin zorluğuna bir cesaret versin. aradığımız birşey varsa budur fazlası değil. hayata ortak değil, bir nefes durağı...
yine de şimdiye kadar hep şifacı aradık. elimiz kaç kez uzanıp,kırıla kırıla geri döndü! kendilerini aşık zannedenler sana aşk ispatlamaya çalışırken seni nasıl kırıp döktüklerini bildiler de bilmezmiş gibi yaptılar. sen yine de onlar için üzülmeye devam ettin. senin üzüntülerin onların adına aşk dedikleri tutku ve hırstan daha sahiciydi. sevgi karşısında adil olmak zor. kul hakkının en ağırı gönül hakkıdır. hakka girmemek için çabalayıp duruyoruz. sen koca bir sevgi ve ışıltılı vaatlere sırtını dönüyorsun bu uğurda. yalan yok , riya yok. varsın kötü bilsinler, varsın canımıza okusunlar! ahahahh, biz yoklukla varlık arasında yürüyen bir ip cambazına özenmişiz, artık koyar mı bize...
gücümüz tükendiğinde yine şifacı arıyoruz yalan yok! yakınlardaki dallara tutunmak için bir kez daha şansımızı deniyoruz. ama, en şifa olası varlıklarımız yangınlara körükle geliyorlar. gelenek değişmiyor, değişmeyecek. bizi hep mutlu görmek isterlerken ellerimizi bağlayıp iplerin ucunu boyunlarına doladılar.. kurtulmak için onları öldürmemiz gerek. yapacak birşey yok bu konuda.
''say ki yollardan akan,
şu faydasız çamurdum anne...
say ki ıslanmaktım, üşümektim,
say ki yağmurdum anne!
bunca yıldır gözyaşlarını,
hangi denizlere sakladın?''
bu işin sonu kıyamet! başımıza büyük bir felaket gelecek ve ikimiz herşeyi baştan konuşacağız. her cümle yeni bir anlam olacak. bir sabah uyanacağız ve herşey çok kötü olacak. biz, ohh dünya varmış diyeceğiz. düzeltilecek onca aksaklık varken hayat daha yaşanılası olacak.
****
bunlar nerden çıktı diyeceksin şimdi! aklıma mustafa gelmişti. hani şu yazları o rus senin bu polonyalı benim diyen, gece kulübü gezdirilecek misafirleriyle çok meşgul, anı defteri doldukça dolan iyi yürekli otel resepsiyonisti. oysa kışın bir orman kadar ıssız olan küçük kasabanın boş ve soğuk otelinde insana hasret, bayram günü bayramlaşacak bir allahın kulu bulamayan zavallı mustafa... otelin duvarlarında yazın sahneleri oynaşıp dururken musatafa zamanı sündürmemek için ne yapar, ne eder? yazın müdür yardımcısı, kışın bekçi mustafa... işte o, bana hemhal olmayı bırak; en dandiğinden olsa bir dostun önemini hatırlattı.
ben en dandiğinden biraz daha fazlasına sahibim galiba.*(*:)
oyunların sonunda ben yaygaralar koparırken sen buruk bir gülümsemeyle duradurursun. üçe kadar saymak kopan bir fırtınanın ardından sakinleşmek için yeterliyken; buruk gülümsemeler, dudaktan kalbe doğru sızdıkça sızarlar. ne zaman olursa olsun, şifa niyetine dokunsunlar isteriz kalbimize. biri bizimle hemhal olsun. 'öyle' dokunup geçsin. paylaşılmayacak yüklerimizi görsün. teslimiyetin zorluğuna bir cesaret versin. aradığımız birşey varsa budur fazlası değil. hayata ortak değil, bir nefes durağı...
yine de şimdiye kadar hep şifacı aradık. elimiz kaç kez uzanıp,kırıla kırıla geri döndü! kendilerini aşık zannedenler sana aşk ispatlamaya çalışırken seni nasıl kırıp döktüklerini bildiler de bilmezmiş gibi yaptılar. sen yine de onlar için üzülmeye devam ettin. senin üzüntülerin onların adına aşk dedikleri tutku ve hırstan daha sahiciydi. sevgi karşısında adil olmak zor. kul hakkının en ağırı gönül hakkıdır. hakka girmemek için çabalayıp duruyoruz. sen koca bir sevgi ve ışıltılı vaatlere sırtını dönüyorsun bu uğurda. yalan yok , riya yok. varsın kötü bilsinler, varsın canımıza okusunlar! ahahahh, biz yoklukla varlık arasında yürüyen bir ip cambazına özenmişiz, artık koyar mı bize...
gücümüz tükendiğinde yine şifacı arıyoruz yalan yok! yakınlardaki dallara tutunmak için bir kez daha şansımızı deniyoruz. ama, en şifa olası varlıklarımız yangınlara körükle geliyorlar. gelenek değişmiyor, değişmeyecek. bizi hep mutlu görmek isterlerken ellerimizi bağlayıp iplerin ucunu boyunlarına doladılar.. kurtulmak için onları öldürmemiz gerek. yapacak birşey yok bu konuda.
''say ki yollardan akan,
şu faydasız çamurdum anne...
say ki ıslanmaktım, üşümektim,
say ki yağmurdum anne!
bunca yıldır gözyaşlarını,
hangi denizlere sakladın?''
bu işin sonu kıyamet! başımıza büyük bir felaket gelecek ve ikimiz herşeyi baştan konuşacağız. her cümle yeni bir anlam olacak. bir sabah uyanacağız ve herşey çok kötü olacak. biz, ohh dünya varmış diyeceğiz. düzeltilecek onca aksaklık varken hayat daha yaşanılası olacak.
****
bunlar nerden çıktı diyeceksin şimdi! aklıma mustafa gelmişti. hani şu yazları o rus senin bu polonyalı benim diyen, gece kulübü gezdirilecek misafirleriyle çok meşgul, anı defteri doldukça dolan iyi yürekli otel resepsiyonisti. oysa kışın bir orman kadar ıssız olan küçük kasabanın boş ve soğuk otelinde insana hasret, bayram günü bayramlaşacak bir allahın kulu bulamayan zavallı mustafa... otelin duvarlarında yazın sahneleri oynaşıp dururken musatafa zamanı sündürmemek için ne yapar, ne eder? yazın müdür yardımcısı, kışın bekçi mustafa... işte o, bana hemhal olmayı bırak; en dandiğinden olsa bir dostun önemini hatırlattı.
ben en dandiğinden biraz daha fazlasına sahibim galiba.*(*:)